"Sinan Kim?"

2 0 0
                                    

İstanbul'a gelene dek çok sesli bir çift olmamıştık, ancak eve vardığımızda her şey, eskisinden daha iyiydi; çünkü artık ikimiz de Deniz'in hayatımızı değiştirmesine izin vermek istemiyorduk. Deniz'le yeniden karşılaşmamızın üzerinden yaklaşık 1,5 ay geçmişti ve Deniz yine ortalardan kaybolmayı başarmıştı. Aslında bu kez şikayetçi değildim, zira onu görmek artık bana iyi gelen bir şey değildi, bunu zor da olsa anlamıştım.

O gün evden biraz erken çıkarak gazeteye geçmeden önce biraz tek başıma yürümek istedim. Gazeteye geldiğimde toplantılarımı ayarlayan, görüşmelerimi programlayan sekreterim Derya, bir sendikanın benimle görüşmek istediğini ve sendikadan gelen kişiyi odama aldığını söyledi. Derya'ya bize iki çay getirmesini söyleyerek, odama girdim. Odaya girdiğimde camdan dışarıya bakan kişinin Deniz olduğunu boyundan ve geniş omuzlarından hemen anlamıştım. Belli ki hiçbir yere kaybolmamıştı.

"Ne işin var burada?"
"Konuklarınızı böyle mi karşılarsınız?"
"Nezaketi hak etmeyenleri evet. Ne işin var burada?"
"Sendikam adına görüşmeye geldim. Yayınlamaya başladığınız bir yazı dizisi hakkında."
Belli ki Deniz'in canı oyun oynamak istiyor, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. O oynuyorsa, ben oynamaya çoktan hazırdım.

"Buyurun o zaman görüşelim."
Deniz oturduğunda çayımız gelmiş, ben de kendi koltuğumdaki yerimi almıştım.
"Evet, konu neydi?"
"Bir yazı dizisi yayınlamaya başladınız, işçi hareketleriyle ilgili. Sendika olarak biz de katkı sunmak istiyoruz."
"Güzel, olabilir tabii. Katkı derken?"
"Size bir röportaj verelim ve işçi hareketlerine, başlayan grevlere liderlik eden sendika temsilcilerimizle sizi buluşturalım. İsterseniz tabii?"
"Olur, isterim."
"Röportajı hemen yapsak olur mu?"
"Sizin yerinize sendika başkanını tercih ederim açıkçası."
"Ama yetkiyi kendisi bana verdi. Benimle röportaj yapmakla ilgilenmiyorsanız maalesef yardımcı olamayacağım."
Biraz düşünmek için sessiz kaldım. Fikir iyiydi ve yazı dizimi güçlendirebilirdi. Ancak Deniz'le yeniden yakın olmak, Alparslan'ın hiç hoşuna giden bir durum olmazdı. Sessizliğimi gören Deniz, ne düşündüğümü fark etmişti.
"Sanırım benimle vakit geçirme fikri sizi ürkütüyor?"
"Hayır ne sizinle ne de bir başkasıyla vakit geçirme fikri beni ürkütmez, işimi yaparken. Sadece düşünüyorum..."
Aslında tam olarak buydu, onun kokusunu duymak, gözlerini görmek, sesini dinlemek, hepsi beni ürkütüyordu. Ama bundan kaçmak, gerçekten mutlu olmamın önündeki tek engeldi. Artık Deniz'le gerçek manada yüzleşmek ve bu konuyu kapatmak zorundaydım.
"O halde?"
"O halde evet. Hemen yapalım röportajı."

Ses kayıt cihazını çıkararak masanın üstüne bıraktım.
"Yine ses kayıt cihazı mı?"
"Mesleğimin bir parçası."
"Evet biliyorum, hafızanızı diri tutuyor."
Başımla Deniz'i onayladım, o an beni geçmişe döndürmek istediğinin çok net farkındaydım.
"Bir fikrim var. Üniversitede yaptığımız gibi bir siz sorun bir ben, böylece röportajımız sıkıcı olmaktan çıkar."
"Ancak karşınızdaki artık üniversitede okuyan toy ve hayalperest bir öğrenci değil, Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt bir gazetenin sorumlu yazı işleri müdürü. Arada biraz fark olmamalı mı sizce de?"
"Haklısınız, benimki sadece bir fikirdi. Sizi rahatsız edeceğini düşünmedim. Başlayalım o halde, buyurun lütfen."

Röportaj bittiğinde 2,5 saati Türkiye'deki ve dünyadaki işçi hareketlerinden konuşarak geçirmiştik. Her konuğuma yaptığım gibi röportaj sonrası Deniz'e de bir kahve söyledim. Kahve içerken soru sorma sırası Deniz'e gelmişti.

"Yanlış anlamazsanız size bir şey sorabilir miyim?"
"Buyurun tabii."
"Ne zaman evlendiniz?"
"Bu soru biraz özel olmadı mı?"
"Rahatsız ettiyse sizi yanıt vermek zorunda değilsiniz. Ben sadece şaşırdım."
"Neye şaşırdınız?"
"Evlenmenize. Sizi ilk tanıdığımda evliliğe hemen ikna olabilecek biri gibi değildiniz. Neticede yaklaşık 2 yıl düşündünüz benden teklif aldığınızda bile."
Gülümsedim, çünkü bu konunun beni rahatsız ettiğini düşünmesini istemiyordum.
"Nereye varmaya çalışıyorsunuz?"
"Açık olayım mı?"
"Lütfen."
"Son karşılaşmamızda hiç hak etmediğin, özür dilerim hak etmediğiniz bir tavır sergiledim. Biraz yalnız kalıp düşününce zor zamanlar geçirdiğinizi anlayabildim. Söylediklerim için kusura bakmayın, olayın sıcaklığı ile kendimi tutamadım. Gerçekten beklediğim bir şey değildi, evlenmeniz, özellikle de Alparslan'la evlenmeniz. Şaşırdım. Ama hala anlamadığım konular var. Açıkçası kafamın içinden hiç çıkmıyor bu konular. Bugün bu yüzden ben geldim sendika adına. Kafamdaki konuları kapatmak için sormak istediğim, cevabını beklediğim sorular var."
"Farkına varmış olmanıza sevindim, zira çok tatsız bir tartışmaydı. Ancak üzülmeyin, benim için siz ve sizinle ilgili tüm konular kapandı, artık beni hiçbir tavrınızla üzemezsiniz. Eğer merakınızı giderecekse siz gittikten kısa bir süre sonra evlendim, birkaç ay sonra."
Deniz'in gözleri dolmuş, gözyaşları akmasın diye kaşlarını kaldırmış ve alt dudağını ısırmaya başlamıştı.

"Bu kadar çabuk vazgeçtiniz demek benden. Belki ben abartmışımdır aramızdaki hisleri..."
"Her biri gerçek, yaşadığımız her bir an sahiciydi. Ancak geride kaldı, kalmalıydı. Yaşadığım tatsız deneyim, canımdan vazgeçme hissi beni yıllarca fark edemediğim bir gerçeği görmem noktasında zorladı. Siz benden hep kaçan, hep ilk vazgeçen oldunuz ve biz yeniden karşılaşsaydık da bu değişmeyecekti. Ben de zor zamanlarımda yanımda olan Alparslan'ı görmeye, ona bir şans vermeye karar verdim."
"Seviyor musunuz peki onu, hisleriniz sahici mi yani?"
"Elbette seviyorum. Biliyorsunuz ki Alparslan'ı çok eski tanırım. Bu kadar yakın tanıdığınız birini sevmek zor olmuyor. Belki büyük bir aşk yok aramızda ama mutluyuz. Saygı ve sevgi bir evliliği yürütmek için yeterli oluyor, inanın bana. Hem aşk lüks değil mi zaten?"
"Lüks? En iyisini yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki, hayatta hangi alanda mücadele ederseniz edin, mücadelenize inanmak için gerçek bir gerekliliktir aşk, hava gibi, su gibi, yaşam için yani gerçekten 'yaşıyorum' diyebilmek için bir gerekliliktir. Sizin elinizden bunu almış olmanın pişmanlığını hep yaşayacağım. Son bir soru daha?"
"Elbette, dinliyorum."
"Ya bekleseydiniz, yani benden umudunuzu kesmeseydiniz... Bir şansımız daha olur muydu sizce? Açıkçası tam olarak merak ettiğim, bir şansımız daha olsaydı nasıl olurduk?"
Derin bir nefes aldım, Deniz'in sakin tavrı beni ürkütüyor, varmaya çalıştığı yeri kestiremiyordum.
"Deniz Bey... Bunları konuşmak için çok geç kaldık, artık ben evliyim, yakışık olmaz bu konuyla ilgili konuşmam. Ancak devam edebilmeniz için aklınızdaki son soru işareti buysa açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, mutlu olamazdık. Zira bunu birlikte geçirdiğimiz seneler de kanıtlıyor zaten. Biz birbirimize iyi gelmiyorduk. Hem 'mutsuz da olsak birlikte olalım' diye başlayan bir ilişkinin mutlu sonu olamazdı değil mi?"

Deniz cevap vermeden çalan telefon sohbetimizi bölmüştü. Arayan Alparslan'dı. Sesini alır almaz aklıma gelen ilk şeyi endişeyle sordum, zira beni gün içerisinde önemli bir şey olmadıkça aramazdı.
"Alparslan, Sinan'a bir şey mi oldu? Çabuk söyle lütfen."
Alparslan, Sinan'ın iyi olduğunu söylüyor, sadece beni merak ettiği için aradığını defalarca tekrarlayarak endişeli sesimin geçmesi için ikna edici olmaya çalışıyordu. Belki de Deniz'in büromda oluşunu hissetmişti, bilemiyordum. Alparslan ile telefonu kapattıktan sonra kahvesi biten Deniz'i yolcu etmek için hareketlendim, ancak yerinden kalkmayan Deniz, son bir sorusu daha olduğunu söylüyordu.
"Deniz Bey benden çok soru sordunuz ama..."
"Asena Hanım bu önemli. İki dakika oturun lütfen."
Yeniden yerimi aldım ve Deniz'in kafasındaki soruyu sorması için ona süre verdim.
"Telefonda Sinan dediniz. Sinan kim?"

Bir Deniz SevdimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin