Elbet Bir Gün

3 0 0
                                    

Ertesi gün uyanır uyanmaz kendimi kampüse attım. Bugünkü işim Alparslan'ı bulmak ve bana yardım edip edemeyeceğini sormaktı. Kantine doğru ilerlerken kulağım giderek yakınlaşan ve yükselen seslere dikkat kesildi. Kantinin kapısına geldiğimde birbirine bağıran ve neredeyse kavga etmek üzere olan iki genç erkeğin Deniz ve Alparslan olduğunu anladım. Küçük birer çocuk gibi bağırıyorlar, etraflarına toplanan kalabalığı giderek büyütüyorlardı. Üstelik onları ayırmak isteyen insanları da itip kakmaktan çekinmiyorlardı! Hızla yanlarına yaklaşarak, onları durdurmaya çalıştım; ancak gözleri beni görmeyecek kadar kararmıştı.

"Sen her zaman korkağın tekiydin! Bana doğrudan sormak yerine adres için Asena'nın ardına saklanmandan da belli zaten."
"Seni söylediklerine pişman ederim! Sen değil misin adresi vermek için Asena'yı benimle görüşmemekle tehdit eden? Bana korkak diyecek son kişi bile değilsin."
"Evet görüşmeyecek! Senin gibi biri onun etrafında dolanmayacak."

Alparslan'ın cümlesinin sona ermesiyle birlikte konuşmayı bırakmışlar ve yumruklaşmaya başlamışlardı. "Yeter" diye bağırsam da beni duymuyorlar ve durmuyorlardı. Birbirlerine vurmaya devam ederlerken birinin bana gelen eliyle yere düştüm. Yere düşmemle beni fark eden iki genç adam durmuş ve gözlerini bana dikmişti. İkisi de özür diliyor, iyi olup olmadığımı soruyordu. Deniz'in elini başımın sol tarafına doğru uzatmasıyla bir şey olduğunu anladım. Kendimi bana dokunmaması için geriye doğru çekerek hemen başımı yokladım ve elime baktığımda kanı fark ettim ki, o ana dek kafamı vurduğumu bile anlamamıştım. İkisinin de yardımını reddederek, sakince yerimden kalktım. Benim toparlanmamla birlikte etrafımızdaki meraklı kalabalık da bize karşı olan ilgisini kaybetmiş ve etrafımızı boşaltmaya başlamıştı. Kendimi toparladıktan sonra hiçbir şey demeden arkamı dönerek yürümeye başladım. Ayak seslerinden anladığım üzere ikisi de arkamdan geliyordu. Bahçeye çıkar çıkmaz aniden döndüm ve ikisinin de mahçup yüzleriyle karşı karşıya kaldım. Benim durmamla birlikte durmuşlar ve yaramazlık yapmış birer küçük çocuk gibi önlerine bakıyor, benimle göz göze gelmemeye çalışıyorlardı. Ben ise bu kavgaya artık bir son vermeliydim:

"Yaptığınızı beğendiğiniz mi? Daha ne kadar ileriye gideceksiniz merak ediyorum doğrusu. Şimdi bugünden sonra ikinizi de etrafımda dolanırken görmeyeceğim, önce bu konuda bi anlaşalım. Haber konum da an itibariyle değişti ve her ikinizle de röportaj falan yapmak istemiyorum. Çocukça tavırlarınızla yeterince vakit kaybettim zaten."

İkisini de azarladıktan sonra ilk olarak Alparslan'a doğru döndüm:
"Benimle son bir kez yemek yemek istiyorsan, cumartesi saat 19.00'da bana vermiş olduğun adresle ilgili bulabildiğin tüm belgelerle birlikte beni alırsın."
"Yapamam bunu çok iyi biliyorsun. Babamı benden iyi tanıyorsun."
"Ya yaparsın ya da benimle son bir yemek yeme fırsatını da kaçırırsın. Karar senin."
Başını sallayan Alparslan hem Tülin'i hem de Deniz'i haklı çıkarmıştı, bu konuşma da tüm olanları daha net anlamamı sağlamıştı: Alparslan, çocukluk arkadaşını korumaya çalışmıyordu; Alparslan kesinlikle bana aşıktı!

Deniz'in bozulan yüzüne aldırmadan bu kez de ona dönerek konuşmaya başladım:
"Ve sen de son kez benimle geliyorsun, birlikte Hüseyin'in hak ettiği veda törenini hazırlıyoruz. Cenazeden sonra da herkes yoluna bakıyor."

Alparslan son sözlerimden sonra bir zafer kazanmış edasıyla yanımızdan ayrılırken, Deniz sessizce beni takip ediyordu. Daha önce buluştuğumuz mesire alanına çektiğim Deniz'e oturması için işaret ederek yer gösterdim. Çantamdan çıkardığım peçeteyle başımdaki kanı temizlemeye çalışırken, hızla yanımdan kalkan Deniz, nereye gittiğini bile soramadan gözden kayboldu. Sadece birkaç dakika sonra dönen Deniz, elindeki pamuk, tentürdiyot ve yara bandını çimlere bırakarak, beni kendine döndürdü: "Bana bırak lütfen."  Yaramı temizlerken bana çok yakın durmasından dolayı kalbimin daha hızlı çarptığını hissedebiliyordum, hatta öyle ki, kalp çarpıntımın dışarıdan duyulduğuna da çok emindim. Yaramı tentürdiyotla temizledikten sonra yara bandını yapıştırdı ve konuşmaya başladı:

"Şimdi daha iyi görünüyorsun. Özür dilerim, sana zarar vermek istemezdim. Bence bir doktora görünmemizde de fayda var."
"Deniz, biz diye bir şey yok; sen ve ben var, özellikle de bugünden sonra. Evet, özür dilemelisin: Dün, bugün ve bundan sonrasında bana yaşatacakların için. Ama inan bana kızgın değilim, sadece nasıl birine dönüştüğünü fark et istiyorum."
"Beni çok zorladı."
"Anlıyorum. Tek suçlu sensin de demiyorum. Ancak ben etrafımda böyle insanlar istemiyorum. Senin de beni anlamanı bekliyorum."
"Onunla yemek yiyeceksin ama..."
"Gerçekten şu an bunu mu düşünüyorsun? Hüseyin'in cenazesi yarın! Evet, yemek yiyeceğim, belgeleri bulmam için bu gerekiyorsa, bunu düşünmeden yapacağım. En azından sarılmama gerek kalmaz!"
"Sana anlattım durumu. Gülten kötüydü ve sadece ağlamasın diye vicdani bir refleksti benimkisi. Neden anlamıyorsun? Hüseyin'e de gelince; o benim en yakın arkadaşımdı, emin ol her an aklımda ve onun için adaleti sağlayana ya da intikamını alana dek de onu düşünmeyi bırakmayacağım. Ama senin buna karışmanı istemiyorum."

Deniz'in sesi her cümlede yükselmiş ve ne kadar ciddi olduğunu anlamamı sağlamıştı. Onunla inatlaşarak hiçbir şeyi başaramayacağımı anladığımda ise, ellerini ellerime doladım ve konuşmaya başladım:

"Deniz, bunu sana ilk ve son kez söyleyeceğim, o yüzden kulaklarını iyice aç ve beni dinle: Seni seviyorum. Ama yalnızca seni değil; davasına inanan Deniz'i, yol arkadaşları için her şeyden vazgeçebilecek Deniz'i, inandıklarıyla kitleleri arkasından sürükleyen Deniz'i... Seni, her şeyini, her şeyiyle seviyorum! Şu an elimden gelen tek şey ise sana yalvarmak. Sana yalvarıyorum Deniz; dağılma, bana takılı kalma, pes etme, yoluna devam et. Etmek de zorundasın. Unutma ki, sen yoluna devam et diye biz birlikte olamıyoruz. Lütfen kendini artık toparla."

Her bir cümlede Deniz'in daha da dağıldığını görebiliyordum, ancak bu konuşmamın işe yarayacağına çok emindim. Ben uzun uzun konuşmuş olsam da, Deniz sadece; "Ben de, ben de seni seviyorum" diyebilmişti. O gün, bizimle ilgili bir daha konuşmadık. Hüseyin'i anmak için bir veda töreni hazırladıktan sonra dağıldık. Ama o günden biliyordum, bir gün yeniden bizi konuşmaya başlayacaktık. Elbet Deniz, elbet bir gün...

Bir Deniz SevdimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin