MİNİK

64 8 1
                                    

Güneş ışıkları camdan odama usul usul süzülürken açmıştım gözlerimi. Dün gece o kadar çok ağlamıştım ki, gözlerim yanıyordu.

Yatağımın yanındaki komodinin üzerine bırakmış olduğum telefonumu elime aldığımda sıfır arama, sıfır bildirim vardı. Bu yalnızlığa alışmak istemiyordum. Dostlarımı özlüyordum. Cengiz'in dostlarıma zarar vereceği hakkındaki intikam yeminleri hala kulağımda çınlıyordu. Dostlarım için endişeleniyordum fakat elimden de hiçbir şey gelmiyordu.

Dün Cengiz'in yanından ayrıldıktan hemen sonra hepsine mesaj çekmiş, Cengiz'e dikkat etmelerini tembihlemiştim. Minik dışında bana dönenin olmayışı şaşırtmamıştı beni.

Bugün yanıma Minik uğrayacaktı. En azından sabaha uyanmam, yataktan kalkmam için bir nedenim vardı.

Akşam eve döndükten sonra bir süre daha kameradan Yekta'nın evini izlemiştim. Benden kısa bir süre sonra Cengiz ve Yeliz'de kalkmışlardı.

Elimi yüzümü yıkayıp kendime mısır gevreği ve süt hazırlamış, başka yapacak işim olmadığı için monitörün başına geçmiştim. Yekta muhtemelen Şila'yı yürüyüşe çıkarmıştı.

Bir süre boş eve baktıktan sonra kapı açılmış, Şila ve Yekta içeri girmişti. Elimdeki mısır gevreğini kaşıklarken film izler gibi Yekta'yı izliyordum. Kalkıp arkamda duran radyoyu açmıştım. Günün ilk ışıklarıyla birlikte odaya hafif bir müzik yayılıyordu. Hafiften keyfim yerine geliyordu.

Yekta önce yatak odasına girmiş kurutma makinesinden çıkardığı kıyafetlerini güzelce katlayıp dolabına yerleştirmişti. Daha sonra mutfakta dünden kalan çay bardaklarını makineye dizmişti. Tüm bunları yaparken Şila'yla konuşuyor, şakalaşıyordu.

Kendine bir kahve yapmış ve elinde kitabıyla ön balkonuna çıkmıştı. Yarım saat kadar Şila'nın kafası dizinde, kitap okumuştu.

Okumasını bitirdikten sonra banyoya girmişti. Bir süre banyoda kaldıktan sonra beline sarılı bir havluyla yarı çıplak çıkmıştı. Ağzım açık bir şekilde monitöre bakıyordum. Tamam, kıyafetliyken de gayet sportif bir vücuda sahip olduğu belli oluyordu. Tamam, uzun boylu heybetli de bir tipti. Fakat ekranda gördüğüm bu adam bir heykeltraşın ustalık eserim diye bahsedeceği türden bir şeydi. Bir mermer ustasının elinden çıkmış gibiydi. Her bir çukuru özenle oyulmuş gibiydi. Kolları, göğüsleri, karnı, bacakları kasla şekillenmiş, kusursuz bir görüntü oluşturuyordu.

Düşmekle düşmemek arasında duran belindeki havluya gözüm kaymıştı. Kasıklarını bölen adonislerinden gözümü alamıyordum. Pürüzsüz teni, karamelli çikolatayı andırıyordu. Yanaklarıma alev basmış, nabzım hızlanmıştı.

Koridor boyunca yürüyüp yatakodasına giderken elindeki küçük havluyla saçlarını kurutuyordu. Her bir hareketini, saniye saniye kaçırmadan izliyordum. Elini belindeki havlusuna attığında elim ayağıma dolaşmış, önümdeki sütlü kaseyi kucağıma dökmüştüm.

Bir refleksle ayağa kalkıp, bilgisayara bir şey olmasın diye klavyeyi kucaklamıştım. Hayatın benle dalga geçme biçimi çok sinir bozucuydu. Monitöre yeniden baktığımda yalnızca üç saniye geçmesine rağmen Yekta çoktan boxerını giymişti bile. Hay şansıma tüküreyim!

Hala alev atan bedenimi soğutmak ve sütle kaplanmış giysilerimden kurtulmak için etrafı temizleyip ben de duşa girmiştim.

Günün geri kalanında Minik'in geleceği saate kadar art arda film izlemiş vakit doldurmaya çalışmıştım. Akşama doğru mutfağa geçip aperatif bir şeyler hazırlamaya başlamıştım.

Kapı çalıp da Minik geldiğinde, yalnızlığa tahammülüm yoktu artık. Kapıda Minik'i gördüğümde ne kadar özlediğimi fark etmiş dolu dolu gözlerle boynuna atlamıştım. Bir elinde poşet olduğu için diğer eliyle belimden kavramış ve ayaklarımı yerden keserek sıkıca sarılmıştı.

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin