Sabah kapının sesiyle uyanmıştım. Dün gece düşüncelerimin esiri olduktan sonra biraz yalnız kalmak istediğimi belirttiğim için ekip arkadaşlarım yanıma gelmemişti. Fakat sabahın ilk ışıklarıyla kapıma dayanacaklarını düşünememiştim.
"Günaydın!" Dostlarımın gelmiş olduğundan o kadar emindim ki kapıyı açtığımda Yekta'nın yüzüyle karşılaştığımda ufak çaplı bir şok geçiriyordum neredeyse. Saçım başım dağınık, ağrıdan iki büklüm, şort askılı pijamamın önünde salça lekesi, makyajım akmış...
"Gü-günaydın." Önümdeki salça lekesini ve kapıdan gelen serin esintiyle dik dik olan göğüs uçlarımı kapatmaya çalışırken Yekta'nın uzattığı poşete bakıyordum.
"İlaçlarını getirdim."
"Teşekkür ederim."
"Şila'yı bugün Ceren aldı. Yani arkadaşım aldı. Yeni uyandığına göre daha kahvaltı yapmamışsındır. Üstünü başını değiştir bana kahvaltıya gel." Daha cevabımı bile dinlemeden merdivenlerden aşağı inmeye başlamıştı. Bu yeni Yekta korkutucu derecede insancıldı.
Tuvalete gidip de halimi gördüğümde duş almadan bir boka benzemeyeceğime emin olmuştum. Üzerime sinen hastane kokusunu gidermek için sıcak suyun altına girdiğimde hala Cengiz'i düşünüyordum. Ekibe bu kadar bağlı olmamın sebebi belki de babasını erken kaybeden içimdeki kız çocuğu yüzündendi. Ekiptekilerin çoğu ailesiz büyümüştü. Sokakta, orada burada, yetimhanede... Hepimiz birbirimizin eksik puzzle parçalarıydık.
Öyle ya da böyle Yekta kıvama gelmişken planı devam ettirmek işimize yarayabilirdi. Elimizdeki bu koz Yekta'yı hayatımızdaki bir tehdit olmaktan çıkarabilirdi. Yine de artık tamamıyla yaptığım şey bana yanlış geliyordu. Ben insanları kandırmazdım, merttim, delikanlıydım. Hayatım boyunca insanları bile isteye kandırdığım tek konu, maskemin ardına sığınarak kadın olduğumu saklamak olmuştu. Zorunda kalmasaydım, bu camiada Lilya olarak var olabilseydim, bana ben olmam için izin verilseydi onu da yapmazdım.
Şimdi vicdanımı sızlatacak, kendime yakıştırmadığım ikinci bir şey yapıyordum. Bu boka kendimi ben bulaştırmıştım. Bu fikir benden çıkmıştı. Şimdi her şey rayına girmeye başlamışken, günlerdir kıçımı yırttıktan sonra Yekta'nın ilgisini öyle ya da böyle çekmeyi başarmışken ekibimin bu oyunu devam ettirmemi istemesine de kızamıyordum. Bir yanda yalnızca kendi mesleğini yaptığı için kalbiyle oynamam gereken masum bir adam vardı, bir yanda da ailem bildiğim dostlarım.
Umutsuzca banyonun duvarına kafamı yaslamış üzerimden akan suyla birlikte düşüncelerimden de kurtulmaya çalışıyordum.
Duştan çıktıktan sonra saçlarımın ıslağını almış kurutmaya bile uğraşmadan üzerime bir şeyler geçirmiştim. Aynada gördüğüm yansıma günlerdir görmeye hasret kaldığım Lilya'ydı. Abartılı makyaj yok, salak saçma işve cilve yok... Sadece bendim. Derin bir nefes almıştım. Bu boka boğazıma kadar battığıma göre en azından kendim olabilirdim. Kendimi ve vicdanımı hazırlayarak kapıdan çıkmıştım.
"Yeniden günaydın." Evden mis gibi kokular geliyordu. Valla ne yalan söyleyeyim, yıllardır altı adama kahvaltı hazırladıktan sonra birinin benim için kahvaltı hazırlaması mest etmişti beni.
Her zamanki alışkanlıkla masadan bir şeyler tırtıklarken Yekta'nın göz ucuyla beni izlediğini fark etmiştim. Bir sincap gibi ağzımı doldurduğum yiyeceklerle Yekta'ya bakıyordum.
"Gerçekten çok enteresansın."
Ağzımdaki lokmaları yuttuğumda ocaktaki menemeni de masaya getirmiş ve oturmam için sandalyeyi işaret etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
مغامرة"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...