Kahvaltıdan hemen sonra kararan duygularımızı bir kenara bırakmış arabalarımızı elden geçirmeye başlamıştık. Sezi'nin fonda çalan müzikleri eşliğinde kimse birbiriyle muhatap olmadan çalışmasını sürdürmüştü.
Herkesin aklında farklı düşünceler vardı. Kimi hala masada konuşulanların ağırlığıyla iş yapıyor kimi önümüzdeki yarışı düşünüyor kimi sancıyan kalbini susturmaya çalışıyordu.
Ben ise yalnızca dostlarımı izliyordum. Onları o kadar iyi tanıyordum ki ezbere akıllarından geçen her bir düşünceyi söyleyebilirdim. Minik'in birkaç kez Ceren'e kaçamak bakışlarını yakalamıştım. Ceren için endişeleniyordu, iyi olup olmadığını merak ediyordu. Kurt'un kaşları çatık dikkatini işine vermeye çalışıyordu ama eminim ki aklı sabah konuştuklarımızdaydı. Kurt'la konuşmamızdan sonra bana ne kadar farklı bir pencere açılmışsa Kurt için de öyle olmuştu. İlk defa Sezi'nin davranışlarına anlam verebildiğini hissedebiliyordum.
Damat'ın bir gözü telefonda bir gözü işindeydi. Düşünceliydi, belli ki birinden bir haber bekliyordu. Damat hakkında uzun uzadıya düşünmeye de gerek yoktu. Beklediği haberin bir kadından olduğu aşikardı.
Pençe bir taraftan Sezi'nin müziklerine eşlik ediyor bir taraftan da arabasının farlarını temizliyordu. Belki de aramızdaki en dertsiz tasasız, dikkatini önümüzdeki yarışa veren kişi şu an oydu. Ceren, hala kahvaltı sofrasında yaşadığı duygusal dalgalanmanın etkisindeydi. Sezi ise, Kurt'un bir hışımla sabah soda şişesini masaya çarparak kalkıp gitmesini düşünüyor olmalıydı. Zira Kurt'a kayan kaçamak bakışlarını yakalamıştım biraz önce.
Gözlerim kalabalığın içindeki Yekta'yı bulduğunda gözleriyle buluşmuştu. Herkes kendi alemindeyken Yekta'nın beni izliyor olduğunu fark etmiştim.
Dün ikimiz için de garip bir akşamdı. Bir yandan kazanmanın mutluluğuyla birlikte bir anda gelen Timuçin'in ayarsız samimiyeti... Tam kalpler kırıldı derken Yekta'nın elinden tutmuştum. Yekta, sabahtan beri hiçbir sohbete katılmamıştı. Tepkimi ölçüyor olabilirdi. Nasıl davranması gerektiğini bilmiyor olabilirdi. En azından ben bu haldeydim. Hala kırgın, hala kızgındım ona. Fakat dün farklı bir bağ oluşmuştu aramızda.
İnsanlar birbiriyle tanıştığında, zaman geçirdikçe, bir şeyler yaşadıkça, paylaşımda bulundukça aralarında yeni bağlar oluşurdu. Bazen bu bağlar giderek güçlenir bazen de yapılan hatalarla kopar yok olurdu. Yekta ile aramızdaki bağlar intikam oyunu yüzünden koptu, tamamıyla yok oldu derken aslında kopmamış olduğunu fark ediyordum. Evet, belki kopmaya yüz tutmuştu, güçsüzleşmiş ve seyrelmişti ama tamamıyla da yok olmamıştı. Yekta ile zaman geçirdikçe, bu zaman her ne kadar Turan'a karşı verdiğimiz büyük savaş yüzünden zorunlu da olsa, yeni bağlar kuruyorduk. Yıkılan yerlerimizi başka anılarla inşa ediyorduk. Haa, sonucunda ortaya çıkan şeyi beğenecek miydik, orası ayrı ama sonuç olarak ikimiz de bir şekilde çabalamaktan vazgeçmemiştik...
Tamirhanenin demir kepengi gürültüyle çalmaya başlamıştı. Bir anda hepimiz ayaklanmıştık. "Benim, Aykan. Açabilir misiniz?"
Minik ve Kurt demir kepengi açtıklarında Aykan'ın ağlamaktan şişmiş gözlerini fark etmiştik.
"Aykan! Neyin var? Ne oldu?" Koşarak yanına gitmiş Aykan'ın titreyen bedenini kollarımın arasına alıp tamirhaneye sokmuştum.
"Lilya..." Aykan'ın gözlerinden yanaklarına doğru gözyaşları bitip tükenmez bir şekilde akıyordu.
"Su getirin!" Dostlarıma dönerek talimat vermiştim. Aykan'a hıçkırıkları arasından bir yudum su içirmiş, sakinleşmesini beklemiştim. "Ne olduğunu anlat şimdi. Hadi, anlat ki bir çare bulalım."
Aykan gözyaşlarını elinin tersiyle silmiş, ağlamaktan kızarmış gözlerini gözlerime dikmişti. "Kime geleceğimi bilemedim. Ben... Ben..."
"Hadi baştan anlat, ne oldu? Birine bir şey mi oldu?"
"Dün akşam buraya gelirken Timuçin abi beni de çağırdı. Fakat ben part time çalışıyorum. Son zamanlarda patron baya kemküm ediyordu sürekli izin alıyorum diye. Yarışı izledikten sonra ben direkt işe geçtim. Sabaha karşı Timuçin abi beni aradı. Tam iş çıkış saatim olduğunu, uyumadığımı biliyordu. Keşke gelseydin, eğlendik ettik falan dedi. Hal hatır sordu. Ama sonra..." Aykan'ın cümlesinin sonuna doğru sesi içine kaçmış yeniden hıçkırıklara boğulmuştu.
"Söylesene be çocuk! Tim'e bir şey mi oldu?" Ceren çılgına dönmüş bir şekilde Aykan'ın üzerine gelmeye başlamıştı. Minik, Ceren'in belinden son anda kavramış Ceren'i sürükleyerek mutfağa doğru çekiştirmişti.
"Aykan! Şimdi sakin ol! Ve ne olduğunu anlat!" Benim de sabrımın sınırları taşmak üzereydi. Meraklanmış, daha da önemlisi Timuçin'e bir şey olduğu korkusu içimi kemiriyordu.
"Bir silah sesi duydum Lilya. Sonra Timuçin abinin küfrettiğini duydum. Telefon o sırada düştü galiba haşır huşur sesler geldi. Sonra birkaç el daha atış duydum. Sonrası yok. Çok merak ediyorum Lilya. Bir şey olmasından korkuyorum!" Aykan hüngür hüngür ağlarken bir anda ayaklanmıştım. Hepimiz şok geçiriyorduk.
İlk şaşkınlığı atlatan Yekta olmuştu. "Nerede olduğunu söyledi mi sana? Herhangi bir detay hatırlıyor musun? Düşün hadi..."
"Sizden daha yeni çıkmıştı diye anladım ben konuşmasına bakılırsa."
"Ne zamandı?"
Aykan telefonunu çıkartıp son görüşmeyi açmıştı. "Sabah 05.15'da konuşmuşuz."
"Oğlum niye daha önce gelmedin?" Yekta'nın sesi sertti.
"Abi, Timuçin abi polis. Daha önce de birçok kez çatışmaya girdi. Hatta defalarca hastanede de yattı. Ama hiç bu kadar habersiz kalmamıştım. Evine gittim, annesi ve babası hala gelmediğini, haber alamadıklarını söyleyince direkt buraya geldim işte."
"Tamam başka bir detay hatırlıyor musun?"
"Abi hatırlamıyorum. Arabadaydı. Zaten çok kısa bir görüşmeydi. Keşke kutlamada sen de olsaydın, kafan dağılırdı, eğlenirdin, dedi bana. Ne yaptığımı sordu, hal hatır falan... Sonra da işte..."
Yekta'nın bir eli belinde, bir eli ağzında düşünüyordu. Aklıma bir fikir gelmişti. "Aykan ver şu telefonunu." Aykan'ın elinde uzattığı telefonu almıştım. Timuçin'i arama tuşuna basmıştım ama beklediğim üzere ulaşılamıyordu. "Sezi! Telefonun en son sinyal verdiği konumu görebilme ihtimalin var mı?"
"O biraz zor. Ama... Ama yardım edebilecek birini tanıyorum!" Sezi, Semih'i kastediyordu.
"Ara hemen çabuk gelsin!"
Aykan'ın omzuna elimi koymuş devam etmiştim. "Üzülme, onu bulacağız." Gözlerim yeniden Sezi'yi bulmuştu. "Civarda kaç tane hastane var?"
"Bakıyorum hemen... Bir saniye... Üç tane varmış Lilya."
"Yekta ve Ceren siz birine, Minik ve Kurt siz birine, Damat ve Pençe siz diğerine gidin. Çaktırmadan, Timuçin'in hastaneye getirilip getirilmediğini öğrenin. Artık nasıl yaparsınız bilmem ama Timuçin'e ne olduğunu bilmiyoruz o yüzden çaktırmadan öğrenin! Kimseyi işkillendirmeyin!" Dostlarım ikiletmeden tamirhaneden çıkmıştı.
Sezi'nin parmakları fişek gibi klavyede geziniyordu. Düşünüyordum, tamirhaneden neredeyse bir saat önce çıkmıştı. Aykan'ın dediğine göre arabadaydı. Bir saat boyunca ne yapmıştı? "Sezi, Timuçin'in banka kayıtlarına ulaşabilir misin?"
"Denerim." Sezi, çatık kaşlarla klavyedeki hızını arttırmıştı. On dakika kadar sonra, "Buldum."
Yerimden kalkıp Sezi'nin yanına gitmiştim. Sezi görmem için ekranı bana doğru çevirmişti. Banka dökümlerini incelerken tamirhaneden çıktıktan hemen sonra bir benzin istasyonundan harcama yaptığına dair kaydı görmüştüm.
Koşarak arabama binerken Sezi'ye, "Şu benzinliğin konumunu bana acil at." diye bağırarak kontağı çalıştırmış ve son sürat yola çıkmıştım.
X O X
Dehşet aksiyonlu bölümlere giriş yapıyoruz sevgili okuyucular kemerlerinizi bağlayın... ;)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Adventure"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...