Benim arabama Kurt binmiş, geri kalan ise Minik'in büyük arabasına doluşmuştu. Biz Kurt'la önden gidecek yolların temiz olup olmadığını ve bağ evinin güvenli olup olmadığını kontrol edecektik. Bizden onay aldıklarında ise ekibin geri kalanı gelecekti. Sezi'nin, Timuçin'den aldığı konumu arabalarımızın ekranına yansıtması ile yola koyulmuştuk. Polislere yakalanmama umuduyla yolumuzu biraz daha uzatıp atıl yollardan seyretmeye başlamıştık. Aynı zamanda ise arkamızdan aramızdaki mesafeyi koruyarak gelen Minik'e yol hakkında bilgi veriyorduk.
"İlk sapaktan sağa gir beş kilometre kadar toprak yoldan gel sonra ana yola çık göbekten sol yap, yol temiz..." Kurt elindeki telsizi bilgilendirme yaptıktan sonra bırakmıştı.
"İnşallah bir sıkıntı olmaz Lilya. İçimde kötü bir his var."
"Sakin ol, Kurt. Bir sıkıntı olmayacak."
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ya bu bir tuzaksa? Timuçin'i bile doğru düzgün tanımıyoruz! Hele Semih..."
İstemsiz bir şekilde gülümsemiştim. "Kurt, sakin olur musun, lütfen? Evet haklısın ikisini de tanımıyoruz ama çok önyargılısın."
"Bu önyargı değil! Tamam, ne demeye çalıştığını biliyorum. Ve evet, Sezi yüzünden ikisine de gıcığım ama demek istediğim o değil. Bu adamları daha iki gün öncesine kadar tanımıyorduk Lilya! Şimdi bilmediğimiz bir yere gidiyoruz ya bir tuzakta? Ya kelepçeleyip götüreceklerse?"
"Endişelerini anlıyorum. Ayrıca ben bu yeni tanıdığımız adamlara güven demiyorum ki... Ben Yekta'ya güveniyorum Kurt." Gözlerimi birkaç saniyeliğine yoldan ayırıp Kurt'un endişeli gözlerinin içine bakmıştım. "Benim güvenim Timuçin'e veya Semih'e değil, onları bulan ve kefil olan Yekta'ya. Ayrıca tuzak olma ihtimalini de düşündüm ama mantıklı gelmiyor. Timuçin daha bu şehre ilk ayak bastığımız anda bizi tutuklatabilirdi ama yapmadı aksine yardım etti..."
Kurt sözlerimden sonra pes etmiş ve kollarını önünde bağlamıştı. Birkaç kez daha Minik'e sıkıntısız yolları tarif etmek için telsizi eline almış fakat ağzını başka bir şey konuşmak için açmamıştı. Kaç gündür Sezi yüzünden tüm duyguları harap olmuştu, mutsuzdu. Belki benimle yalnız kalırsak konuşmak ister diye ummuştum fakat Kurt'un konuşası yoktu. Ben de onu zorlamamıştım.
Bağ evine giden patika yola araba çıkmıyordu. Arabayı gözden uzakta, ilk bakışta görülemeyecek bir konuma çekmiş ve bellerimizdeki tabancaları çıkarıp saklanarak bağ evine doğru yönelmiştik. Karşımızda duran ağaçlar içindeki yapıya pek bağ evi demek doğru değildi. Derme çatma yıkılmaya yüz tutmuş bir kulübecikti. Tedirgin adımlarla bahçe duvarından atlamış ve sessiz bir şekilde kulübenin kapısına yaklaşmıştık. Kurt ile göz göze geldiğimiz anda kulübenin tahta kapısından ellerimizde doğrulttuğumuz silahlarla içeri dalmıştık.
İçeride karşılaşmayı ummadığımız genç bir çocuk telaşla ellerini yukarı kaldırmıştı. "Durun! Durun! Ben... Beni Timuçin gönderdi!"
Kurt'un eline dokunup silahı indirmesi için hamle yapmıştım. Kurt şüpheci bir şekilde silahını indirmiş olmasına rağmen çocuğun yanına yaklaşmıştı. "Neden? Kimsin sen?"
Çocuk korkudan titriyordu. "Black miydi neydi... Onun yerine geçecek biri lazımmış. Lilya bilir dedi." Kurt da ben de derin bir nefes almıştık. Kurt çocuğu rahat bırakmak için geri çekildiğinde çocuk da bir nebze olsun rahatlamıştı. Kurt Miniklere haber vermek ve kulübenin etrafına bakmak için çıkmıştı.
"Peki sen kimsin?" Sesim yumuşaktı.
"Ben Aykan. Yarışçıyım." Çocuğun dedikleriyle tek kaşım yukarı kalkmıştı. Maske'nin yaşı en küçük üyesi Pençe'den bile gençti.
"Kaç yaşındasın sen?"
"Daha yeni on sekiz oldum. Öyle küçük olduğuma bakma ben yıllardır yarışıyorum." Genç çocuk böbürlenerek kollarını önüne bağlamıştı.
(AYKAN)
"Benim kim olduğumu biliyor musun?"
"Hayır."
"İyi bir yarışçıyım ve iyi bir ekibe liderlik yapıyorum."
"Ne? Kadın başına mı?" Genç adamın dedikleriyle kaşlarım çatılmıştı. Çocuk gaf yaptığını anlayıp toparlamaya çalışmıştı. "Abla... Yani ben öyle demek istemedim... Yani şaşırdım da ondan..." Çocuğun telaşı hareketlerine yansımış elini ayağını nereye koycağını şaşırmıştı.
"Belki bir gün izlersin beni ve bir kadının kadın olarak ne kadar muhteşem yarıştığını öğrenirsin..."
"Özür dilerim..." Aykan'ın dudakları büzülmüş omuzları düşmüştü.
"Tamam, tamam..." Çocuğun haline istemeden gülmüştüm.
"Etraf temiz. Minikler de on beş dakikaya burada olacak." Kurt'un sesi Aykan'la konuşmamızı bölmüştü. "Biz tanışamadık abicim, ben Kurt." Kurt elini tokalaşmak için Aykan'a uzatmıştı. Belli ki gerginliğini üstünden atmıştı.
"Aykan ben de, memnun oldum."
"Aykan, Timuçin'i nereden tanıyorsun?"
"Abla... Ben..."
"Bana Lilya de lütfen."
"Peki abla, yani Lilya, şey, Timuçin abi bana çok yardımcı oldu. O olmasa muhtemelen şimdi ya cezaevinde ya da toprağın altında olurdum. Benim anam babam yok. Önceden çok da tekin olmayan bazı adamlar için çalışıyordum. Timuçin abi onların elinden kurtardı beni, yol gösterdi. Ona çok borcum var. Timuçin abi için istesin canımı veririm. Anlattı bana durumu. Black diye biri gibi davranmam gerekiyormuş. Timuçin abi gelecek diğer polislerle falan biliyorum yani detayları.... Bana güvenebilirsiniz, problem olmayacak merak etmeyin abimin yüzünü kara çıkarmam." Aykan sözünü bitirir bitirmez bir ses duymuştuk. Kurt kapıya doğru yanaşmış ben de kulübenin pis ve buğulu camından neler olduğuna bakmak için uzanmıştım.
"Kurt sakin. Bizimkiler gelmiş."
Kurt sesimle birlikte silahını beline sokup kapıyı açmıştı. Dostlarımın geri kalanı da kulübeye girdiklerinde Sezi, Semih'e hazır olduğumuzu haber vermişti. Şimdi bekleme zamanıydı. Ekibin geri kalanı da Aykan'la tanışmıştı. Aykan Black gibi davranacaktı.
"Şimdi beni dinleyin. Herkes rolünü iyi oynasın. Kimse kulübenin dışına çıkmaya çalışmasın, büyük hareketler yapmayın Timuçin'in yanında gelen elemanlardan telaşa kapılıp silahına davranan olabilir. Her şey konuştuğumuz gibi ilerlesin. Anlaşıldı mı?" Dediklerimin anlaşılması için birkaç saniye beklemiş ve Aykan'a dönmüştüm. "Sen geri planda kal. Dikkat çekmemeye çalış. Sana bir şey sorulmadığı sürece ağzını açma."
"Tamamdır."
Pençe, önünde durduğu camdan ani bir refleksle uzaklaşmıştı. "Geliyorlar."
"Herkes yerine geçsin." Talimatımla birlikte herkes küçük kulübenin bir köşesine dağılmıştı. Sanki hiç beklemediğimiz bir anda yakalanmış gibi olmalıydı. Sezi bilgisayarının başına geçmişti. Kurt ve Minik önlerine kulübede buldukları eski tavlayı açmıştı. Damat ve Pençe telefonda oyun oynuyordu. Aykan kulübenin en uzak köşesinde bahçedeki ağaçtan topladığı elmaları yıkıyordu. Ben ise yalnızca dualar eşliğinde oturuyordum.
Kulübenin kapısı bir anda büyük bir gürültü ile ardına kadar açılmıştı. Tam teçhizatlı ona yakın polis ellerinde silahlarıyla içeri dalmış ve hepimizin kollarını arkadan kelepçelemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Aventura"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...