YAKALAMACA

19 4 1
                                    

Kafam yol boyunca içinden çıkılamaz bir halde karışmıştı. Timuçin'in bize veda etmeden neden gittiğiyle başlamış, Yekta'nın Minik'i arabasından kovacak kadar ne olmuş olabileceği ve Ceren'le ne konuşacağıyla devam etmişti. Daha sonra tabii ki, en büyük derdimiz Turan'a açacağımız savaşı düşünmüş ve yolculuğumuzun artık son saatlerine doğru iyice kafayı yemiş, dağ evindeki yiyeceklerin son kullanma tarihlerini düşünmeye başlamıştım.

Minik, yol boyunca ağzını bıçak açmamıştı. Ne yalan söyleyeyim ben de pek sohbet havamda değildim. Birkaç kez Damat ve Pençe ekrandan birbirlerine laf atmışlarsa, ne Kurt ve Sezi'den ses çıkmıştı ne de Yekta ve Ceren'den.

Bagajlarımızda üç milyon para vardı ama hepimizin bir şekilde yüzü düşük, bitap bir haldeydik. Dağ evine geldiğimizde kontaklarımızı kapatıp arabalardaki eşyaları boşaltırken gözlerim Yekta ve Ceren üzerinde gezinmeye başlamıştı. Aralarında her ne geçtiyse Ceren'in yüzü en az Minik'inki kadar düşüktü. Yekta ise, bu kadar saatlik yol boyunca bir gram rahatlamamış aynı arabaya bindiği sirke suratıyla inmişti.

İşin kötü kısmı, arabaya mutlu binen Kurt ve Sezi'nin de suratları düşük, hatta birbirlerine öldürecekmiş gibi bakıyorlardı. Hayatta en sevmediğim şeyler listem baya kabarıktı ama ilk onda şu an dağ evine giriş yapan sekiz kişi arasında geçen şeyleri bilmemek ve deli gibi merak etmek vardı.

Evet, deli gibi merak ediyordum. Yekta'nın morali niye bozuk, Ceren'le ne konuştular, Ceren'in suratı niye düşük, Kurt ve Sezi yine niye kavga ettiler? Peki, babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?

Bu sorularımın cevapları bir süre daha ertelenebilirdi, zira şu an aşırı derecede uykum vardı ve kendim bile fark etmediğim üzere aşırı benimsemiş olduğum odama çıkıp bir an önce uyumak istiyordum.

Ne kadar süreliğine gideceğimizi bilmediğim için yatağımı toz olmasın diye ayrıca başka bir çarşafla üzerini örtmüştüm. O kadar yorgundum ki o çarşafı kaldırıp yatağın içine dahi girmemiş hatta ayağımdaki ayakkabıları dahi çıkarmamıştım.

Sabah gözlerimi açtığımda güneş çoktan doğmuş, penceremden yansıyan ışık gözlerimi yakıyordu.

"Hiç uyanmayacaksın sandım..."

Gözlerim hiç beklemediğim anda gelen sesle birlikte fal taşı gibi açılmış, korkuyla yerimde doğrulmuştum.

"Dur! Korkma! Özür dilerim güzelim." Minik'in mahçup yüzünü gördüğümde azıcık da olsa kendime gelebilmiştim.

Nabzım yavaşlarken Minik'e bakmaya başlamıştım. Gözleri şişmiş, saçları dağılmıştı. Üzerini dahi değiştirmemişti. Minik'i biraz olsun tanıdıysam bir gram uyumamıştı. "Ne oldu?"

"Ben... Yani..."

"Anlat bana." Sesim iyice yumuşamış, şefkat dolmuştu. Yattığım yerden kalkıp Minik'in yanına oturmuş ellerini tutmuştum. "Hadi anlat."

Minik, ne söyleyeceğini nereden başlayacağını bilemez halde ağzını birkaç kez açıp kapadıktan sonra, "Yok, vazgeçtim. Benim kuruntumdur. Boşver..."

Minik kalkıp odadan çıkacakken kolundan tutmuştum. "Hayır! Boşvermiyorum ve sen hemen şimdi anlatıyorsun." Sesim öyle emrivaki çıkmıştı ki, zaten geceden beri içi içini yiyen Minik'i ikna etmeye yetmişti.

Minik, odayı uzun bacaklarıyla bir sağa bir sola adımlamış ve karşıma geçip durmuştu. "Sence... Yekta ve Ceren, yeniden..."

Minik, devamını getirememişti ama ben anlamıştım. Kaşlarım çatılmıştı. "Asla! Öyle bir şey olamaz!" Abartılı bir çıkış yaptığımı biliyordum fakat derdim Minik'i ikna etmek değil, beynime hücum eden görüntüleri engellemekti.

"Neden? Yani... Neden böyle bir kanıya vardın?" Bir süre Minik'in dediklerini düşünmemeye çalışsam da merakıma yenik düşmüştüm.

"Dün beni arabadan indirdi Yekta. Ceren'le yalnız kaldılar. Kuliste de birliktelerdi. Orada da konuşabilirlerdi ama arabada devam etmek istediler."

"Minik, olabilir. Onlar eski dost. Yekta'nın belli ki morali bir şeye bozulmuştur. Belki bizim duymamızı istememiş olabilirler." İçim Minik'in havada kalan teorisini duyunca biraz olsun rahatlamıştı.

"Ama ben dün..."

"Dün, sen, ne?"

"Dün dağ evine geldikten sonra Ceren'le konuşmak için odasına gitmeye karar verdim."

Seni gidi seni, der gibi baktığımı görünce Minik, işin ciddiyetinin farkına varmam için daha tok bir sesle devam etmişti. "Lilya, odasına inen merdivenleri inerken Ceren'in kahkahasını duydum. Biraz yaklaştım. Ceren'in odasından geliyordu. Ve yanında Yekta vardı."

Kaşlarım iyice çatılmış beynime hücum etmesini istemediğim tüm görüntüler artık gözümün önündeydi.

"Ve konuştukları şeyler de hiç hoş değildi..."

Duymak istemiyordum. Kulaklarım uğulduyor, midem bulanıyordu. Fakat, Minik'in susası yoktu anlaşılan.

"Ceren ona, beni seçeceğini, dediğime geleceğini biliyordum, dedi. Yekta ise, ama orada çıldırttın beni, bıraksan yapışırdım, dedi. Ceren karşılık olarak, sanki yapışmadın Yekta, şimdi bu boku nasıl temizlersen temizle ben karışmıyorum, Lilya duyarsa ağzına sıçar, dedi. Yekta da, duyacağını sanmıyorum, eğer sen de söylemezsen aramızda bir sır olarak kalır, dedi..."

"Minik sus!" Daha fazlasını duymaya ne midem ne kalbim izin veriyordu. Yeniden tüm görüntüler gözümün önünde canlanırken bedenim bu zehirli şeyi benden uzaklaştırabilmek için öğürmeyi deniyordu.

Ağlamak, bolca ağlamak ve gözyaşları... Ne kadar süre Minik'in kollarında ağladığımı sayamamıştım. Taa ki, odamın penceresinin bahçeye bakan kısmında bir kahkaha işitene kadar. Bir hışımla kahkahanın sahibine, artık dost olduğumuzu sandığım Ceren'e bakmak için pencereye gittiğimde kadraja Yekta da girmişti.

Resmen, gözümün önünde eski filmlerdeki gibi ağaçtan ağaca yakalamaca oynuyorlardı. Sinirden tüm bedenim titremeye başlamıştı. Minik, ne olduğuna bakmak için yanıma geldiğinde elini yumruk yapıp pencere pervazına geçirmişti.

Çıkan gürültü öyle büyüktü ki, dağ evi titremişti. Fakat sinirlenmemize neden olan ana karakterler öyle keyifle yakalamaca oynuyordu ki gürültünün farkında bile olmamışlardı.

"Bizi güzel ayakta uyuttular! Ama ben onlara değil kendime kızarım! Resmen sevişme kasetini izlediğim kadına aşık olmak ancak benim aptallığım olabilirdi!"

Minik, ilk kez Ceren'e karşı duygularını ifade etmişti. Etmişti etmesine de hem duygularına hem de ettiği itirafa küfürler kusuyordu şimdi.

Gözlerim dostumu gördükçe daha büyük bir hırsla parladı, aşağıda yakalamaca oynayan iğrenç varlıkları gördükçe daha büyük bir nefretle parladı. O an, onları bu yaptıklarına pişman edeceğime söz verdim!

"Söz veriyorum, bunun intikamı acı olacak Minik!"

X O X

Haydaaa! Bölüm hakkında düşüncelerinizi alalım...

Yekta ve Ceren yeniden mi başladı yoksa?

Yekta, Lilya'dan umudu kesince Ceren'e mi çevirdi yüzünü?

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin