SON DÖRT GÜN

20 1 7
                                    

Sürekli konuşmaktan boğazım tahriş olmuştu. Saatlerce toplantı yapıyor, durmadan tek bir yudum su dahi içmeden konuşuyordum. Artık o kadar az bir zaman kalmıştı ki stresimiz hat safhadaydı.

Bugün Yekta, dağ evine gelecekti. Son kez o da varken tüm planın üstünden geçecektik. Yekta bizden aldığı direktifleri Muzo'ya iletecek, Muzo da adamlarını yarış zamanı hem Atilla'nın adamlarını hem de bizden olmayan Turan'ın polislerini zapt etmek için koordine edecekti. Biz ise toplantıdan hemen sonra Minik'le Naimlerin yanına gidecek Umut Babanın sorunsuz sıkıntısız cezaevinden çıkarılması için onlardan oluşan bir ekip ayarlayacak ve Oktay'a yönlendirecektik.

Son kez Kurt ve Damat bizim camiadan savaşımızda bize destek veren Bonsai, Takoz, Joker ve diğerleriyle, Ceren ve Timuçin de Yekta'nın sayesinde bize yardım etmeyi kabul eden polislerle görüşmeye gidecekti.

Planlarımız tıkır tıkır işliyordu. Şimdiye kadar elli kez çıkmasını öngördüğüm pürüzler bile çıkmamış, her şey yolunda görünüyordu.

Yekta'nın da eve gelmesiyle son kez toplantı yapılmış, herkes üstüne düşen görevi yapmak için dağılmıştı. Yekta, evden çıkmadan hemen önce bahçede arabasına binerken yakalamıştım.

"Ne o? Selam sabah yok mu?" Yekta'nın keyfinin olmayışını daha eve ilk adım attığı andan itibaren anlamıştım zaten ama zaman ilerledikçe keyifsizlikten fazlası olduğunu fark etmiştim. Bir problemi vardı.

"Selamlaştık ya Lilya." Evet, kesinlikle bir problemi vardı.

"Ne oldu?" Kollarımı göğsümde birleştirmiş hesap sorma moduma geçmiştim.

Yekta, yalandan yüzüne kondurduğu her şey çok normalmişçesine bir ifadeyle omuz silkmişti. "Neye ne oldu?"

"Benimle laf cambazlığı yapma ve ne olduğunu anlat. Bir sorun mu var?"

"Sorun falan yok Lilya. Şimdi izin verirsen Muzo'yla görüşmeye gitmem lazım. Malum hafif kafadan çatlak olduğu için elli kez tekrar ediyorum doğru anladığından emin olmak için."

"Peki o zaman, madem sorun yok..."

Sözümü kesmişti. "Evet yok."

"Videolar sende değil mi?"

"Ne videosu?" Ben tabii ki onun da bildiği gibi Turan'ın işkence videolarından bahsediyordum fakat soruş tarzını sevmemiştim. Sanki zaman kazanmaya çalışıyormuş gibiydi.

"Sence ne videosu olabilir Yekta? Delirtecek misin beni? Tersinden mi kalktın bugün? Bir öylesin bir böyle... Sana nasıl davranmam gerektiğini çözemiyorum artık!" Sabrımın son demlerini yaşıyordum.

"Davranma o zaman! Bana hiçbir şey deme! Bir şey de yapma! Hatta bana soru dahi sorma!" Yekta, sinirle arabasının kapısını açıp bindiğinde bana söyleyecek herhangi bir söz bırakmamıştı.

Bir problemi vardı ve anlatmak istemiyordu. Bu probleminin Oktay ve bizler için endişesinden kaynaklı olduğunu düşünmek istesem de içten içe başka bir nedeni olduğunun da farkındaydım. Sinirliydi, asabiydi, tahammülsüzdü... Ne olursa olsun o Yekta'ydı. Duvarlarını aşmama izin vermediği sürece aşamazdım, neden bu halde olduğunu da asla öğrenemezdim. Elbet problemine çözüm bulacaktı veya gelip anlatacaktı. Bu yüzden kontağını çalıştırıp da hızla gözden uzaklaşırken sessiz kalmıştım.

Hala Yekta'nın arkasından baktığımı birinin bana seslendiğini duyduğumda fark etmiştim. "Biraz kendi haline bırak." Arkamı döndüğümde Timuçin'le göz göze gelmiştik. "Eskiden de böyleydi. Her şeyi kendi çözmeye çalışırdı. Sanki yalnızca dünyada bir tek kendisi varmış gibi tüm sorumluluğu sırtlanmaya çalışırdı. Ne kadar yanında olduğunu göstermeye çalışsan da hatta kanıtlasan da anlamayacak..."

Omuzlarım umutsuzlukla çökmüştü. "Öyle mi dersin?"

"Öyle..." Timuçin benimle aynı hizaya gelmiş baktığım yöne doğru bakıyordu. "Yekta'yı tanıdığım günden beri yanında Cihan ve Ceren var. Onlara sorsan onlar da sana aynı şeyi söyler. Bu adam böyle Lilya. Kendi içinde kurar mahkemesini, kendi kendine yargılar, kendi kendine hüküm verir. En az zahiyatla bu şekilde çıkacağını sanar."

"Bu... Bu çok aptalca!" Sinirliydim. Timuçin en başından beri görmezden geldiğim bir gerçeği yüzüme vuruyordu. Yekta ile yaşadığımız problerin en büyük nedeni de zaten kendi kendine bir yargıya varması değil miydi?

"Sinirlenme. Bu kötü bir şey değil. Yani en azından kötü bir niyetle yapmadığını bil. Eminim ki, seni, sizi, bizi bu şekilde koruyabileceğini düşündüğü için bunu yapıyor."

Timuçin'e dönmüştüm. "Yine de çok aptalca! Bana kendisi demişti, kendisi anlatmıştı, o öğretmişti her sorumluluğu tek başına omuzlamak zorunda olmadığımı..."

"Ee, daha ne? Sen de onun gibisin zaten. Seni, ortak yanınızdan tanıyor." Timuçin'in söylediklerine şaşkınlıkla bakıyordum. Haklıydı. Ve haklı olmasını istemiyordum. Yekta'nın sürekli aramıza duvarlar örmesinden nefret ediyordum. "Şu haline bak. Sen de aynı onun gibisin Lilya. O yüzden Yekta'ya kızmaktan vazgeç. Birazcık empati kur."

"Her neyse..." Timuçin'i arkamda bilmiş gülümsemesiyle bırakıp yeniden dağ evine girmiştim. Haklı olması sinirlerimi daha da bozmuştu. Empati kurabileceğim bir zamanda değildik. Yekta'yla birçok şeyin üstesinden gelmeyi başarmıştık. Bu kadar süre boyunca onun yanında olduğumu öğrenmiş olması gerekirdi. Amaa yok... Paşamız kendi halledecekti tüm problemlerini...

Şımarıklık ettiğimin farkındaydım. Asıl Yekta'yla arama o yıkmaya çalışırken ben görünmez duvarlar inşa ediyordum. Hem de yıkmaya karar verdiğini söylediği günden beri. Biz olabileceğimize duyduğu umudu itiraf ettiğinden beri... Şimdi en ufak bir şeyi bile sinirle karşılamamdaki neden de tam olarak bundan dolayıydı zaten...

X O X

Şimdilik yayınladığım bölümlerin sonuna geldik sevgili okur :)

Lütfen yorumlarını eksik etme :)

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin