Yine Yekta'nın yörüngesine girmeye başlıyordum. Beynim kendini korumak için ona niçin kızgın olduğumu hatırlatmaya çalışıyordu kalbime. Şimdi gözlerimin önünde altında Ceren varken, gözlerini kameraya dikmiş Yekta canlanıyordu. Kalbim yeniden hatırlamıştı niçin kanadığını. Yeniden öfke boğazımı yakmaya başlamıştı.
Unutma Lilya! Buraya bir anlaşma yapmaya, üzerimizdeki beladan kurtuluncaya kadar zorunlu ortaklık yapmaya geldin. Artık Oktay'a bahsettiğim konuma az kalmıştı. Dar yoldan döne döne dağın zirvesine doğru çıkmıştım. Zirveye geldiğimde hala kimsenin gelmemiş olduğunu görmüştüm. Arabamı aşağı yoldan kimsenin göremeyeceği açıya park edip dağın yamacına oturmuş bekliyordum.
Yarım saat geçmemişti ki karşı yolda bir araba görünmüştü. Ağzım açık bir halde bana doğru yaklaşan arabaya bakıyordum.
"Black?" Sesim fısıltıyı andırıyordu sanki. Son sürat bulunduğum dağın zirvesini tırmanan aracın hala Black'in aracı olup olmadığını tarıyordu beynim.
Araba tam benim arabamın yanında durduğunda gözüme vuran güneşi ellerimle engelleyerek zift gibi cam filminin ardındaki adamı görmeye çalışıyordum.
Arabanın kapısı açılıp içinden yüzünde balaklava olan bir adam inmişti. Usul usul hareket ediyordu. Simsiyah giyinmişti. Ellerini beni tedirgin etmeden yüzündeki maskeye atmıştı. Maskeyi çıkardığı anda yaşadığım şok kelimelerle anlatılır gibi değildi.
"Merhaba Lilya." Sesini duyar duymaz ayak parmak uçlarımdan saç tellerime kadar bir öfke yayılmıştı. Artık kendimi tutamıyordum.
"Sen... O sendin! Aşağılık!" Kendimi saniyeler içinde Yekta'nın yanında bulmuştum. Gerinip tokat geçirmem de yalnızca bir refleksti. Tokadımın şiddetiyle yüzü sağ yanına dönmüştü. Hıncımı bir türlü alamıyordum. Yakasına yapışmış karşımda duran adamı sarsmaya başlamıştım.
"Yetmedi mi oyunların? Yetmedi mi intikamın? Bu da mı bir oyun? Beni uçurumdan atmaya kalktın sen! Yarım bıraktığın işini tamamlamaya mı geldin?" Anlamlı anlamsız bir sürü soru ağzımdan çıkan küfürlerle harmanlanıyordu. Bir süre tepkisiz kaldıktan sonra yakasındaki ellerimi tutup sertçe ittirmişti.
"Bir de bana hesap mı soruyorsun sen? Bu nasıl bir yüzsüzlük? Ya ne yapmamı bekliyordun? Boynuna sarılıp ne güzel oyuna getirdiniz beni deyip tebrik mi etmeliydim?"
"Neden bahsediyorsun be sen? Ben... Ben her şeye rağmen kendimi frenlemeye çalışıyordum. Oyundan uzak durmaya çalışıyordum. Ama sen! Sen beni kandırdın!"
"A aaa! Artık daha fazla beni kandıramazsın Lilya! Cengiz anlattı her şeyi..." Şimdi Yekta, öfkeden deliye dönmüştü. İkimiz de dişlerimizin arasından konuşuyor, öfkeyle soluyorduk.
"Ne? Ne Cengiz'i?"
"Bilmezlikten gelme. Artık daha fazla beni aptal yerine koymana müsaade etmeyeceğim. Cihan'la gönderdiğin mesajı aldım. Biz diye bir şey yok artık. Yalnızca artık iş konuşacağız." Yekta'nın simsiyah gece karası gözlerindeki nefret harelerine bakıyordum. Cengiz, demişti. Cengiz, her şeyi anlattı demişti. Cengiz gibi hastalıklı bir sevgiye sahip olan bir adam kim bilir ne anlatmıştı ona...
Eğer bir araba daha hemen yanımıza park etmemiş olsaydı, Yekta'nın ağzını arayacak ve Yekta'yı bu kadar çileden çıkaran şeyin ne olduğunu öğrenecektim. Fakat yanımıza tanımadığım davetsiz bir misafir yanaştığı için belimdeki silahı çıkarıp direkt Yekta'nın önüne atılmıştım. Davetsiz misafir daha arabadan inmeden hemen arkamdaki Yekta'nın kulağıma eğildiğini fark etmiştim.
"Demek her şeye rağmen hala benim için endişeleniyorsun, ha? Gören de hastanenin orada beni kaderime terk etmediğini düşünür." Nefesi kulaklarımı ve ensemi yalıyordu. İçim ürpermişti. Yekta, boşluğumdan faydalanıp uzanıp elimdeki silahı çekip almıştı. "Ver şunu!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Adventure"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...