SİNCAP EVLERİ

32 5 4
                                    

Yekta geldiğinde buza kesen ortam, o konuşmaya başladığında daha da gerilmişti. Dostlarıma emirler veriyor, görev dağılımları yapıyordu. Yeterince işler gerginken bir de onu dostlarımın yanında azarlarsam Yekta'ya karşı kazanmış oldukları bir gram sempatiyi de kaybedecekti. Bu yüzden sessizce konuşmasının bitmesini beklemiştim. Bir ara yalnız kaldığımızda ona bu tavrını yedirecektim tabii...

Aslında bizzat ben düşünseydim bu planı, ancak bu kadar iyi bir görev dağılımı yapardım. Yekta, Black olarak geçirdiği süre boyunca demek ki gerçekten fazlasıyla bizi gözlemlemişti.

Artık ne zaman benim Domino olduğumu öğrendiği zamanı da biliyordum. Demo'nun elinden beni kurtarırken kaza yaptığında onu biz getirmiştik garaja. Ben çıkarmıştım maskemi önünde. O zamanki yaşadığı dehşeti hatırlamıştım. Korkuyordu, endişeliydi. Hatta madde bağımlısı ya da hasta olduğunu düşünmeme sebep olacak kadar çok titriyordu karşımızda. Demek yaşadığı şok bu yüzdendi. Anlamıyordum. Neden? Neden hesap sormamıştı benden madem bu kadar seviyordu da, gururu incinmişti de? Neden Ceren? Neden bu kadar aşağılık bir intikam planı yapmıştı?

Planımızı detaylı bir şekilde görüşüp üzerine saatlerce konuştuktan sonra herkes bir yana dağılmıştı. Yine odamda penceredeydim ben de. Düşünüyordum. Yine her zamanki gibi beynimi işgal eden düşüncelerle savaşıyordum. Pencereden Yekta'yı izliyordum. Bir sincap görmüştü. Koştur koştur eve girmiş sonra cepleri dolu bir şekilde geri çıkmıştı. İlk başta sincap yanına yaklaşmamıştı. O da yemişlerden sıra halinde yol yapmıştı. Her seferinde uzağa geçip izlemişti. Biraz daha, biraz daha derken sincap da zarar gelmeyeceğine emin olmuş olmalı ki şimdi Yekta'nın avcunun içinden alıyordu yemişleri.

Çok geçmeden bir sincap daha çıkagelmişti. Ceplerine doldurduğu yemişleri avuç avuç sincaplara yediriyordu. Ve bir tane daha sincap gelmişti. Yekta elindeki yemişleri ağacın dibine bırakıp gözden kaybolmuştu.

Bir sincaba bile merhametle yaklaşan adamın bana bu kadar acımasız davranmasını anlayamıyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir sincaba bile merhametle yaklaşan adamın bana bu kadar acımasız davranmasını anlayamıyordum. Ne kadar süre boyunca camın önünde düşüncelerimle başbaşa kaldığımı hatırlamıyordum. Daha sonra Yekta elinde üç beş kereste, testere ve alet kutusuyla görünmüştü. Bahçenin ortasına oturmuş dondurucu soğukta çalışıyordu. Düşüncelerimden sıyrılıp merakla ne yaptığını izlemeye başlamıştım.

Bir saate yakın bir sürenin sonunda küçük kutucuklar yapmıştı. Yeniden gözden kaybolup bir merdivenle geri gelmişti. Eve girmiş elinde bir pamukla geri dönmüştü. Kutucukların içine pamukları yerleştirip hepsini merdiven yardımıyla ağaca sabitlemişti. Ceplerine doldurduğu yemişlerden de içlerine koymuştu. Yekta'yı yüzümde bir tebessümle izlediğimi fark etmiştim.

İşi bitip de merdivenden indiğinde ağacın altında duran su şişesinden bir yudum almış başını kaldırdığı anda benimle göz göze gelmişti. Yüzümde asılı kalmış tebessüm solarken o da yerine çivilenmişti. Sincapları düşünecek, soğukta onlara ev yapacak kadar ince ruhlu bir adamın nasıl bu kadar rahatça kalbime hançeri sapladığına aklım ermiyordu benim. Yine kaşlarım çatılmış, bana yaşattığı şeyler gözümün önünde canlanmıştı. Sinirle kapamıştım perdeyi. Alışmak zorundaydım. Bu adamla istesem de istemesem de aynı evi paylaşıyordum. İlla ki karşılacaktık... İlla ki yine sökecekti simsiyah gece karası gözleri kalbimi...

İçimdeki hıncı atamıyordum. Üzerimdeki şalı yatağıma atıp bir üst kata çıkmıştım. Seslerden anladığım kadarıyla her zamanki gibi Minik kum torbasında çalışıyordu.

Beni görünce alnındaki teri koluyla silmiş, babacan bir edayla gülümsemişti. "Nasılsın güzelim?"

"İyi."

"Belli oluyor." Minik, sorgulayan gözlerle bana bakıyordu. "Tamam, hadi buraya gel." Kapının önünde duruyordum. Minik'in beni rahat bırakmaya niyeti yoktu anlaşılan. Beni omuzlarımdan tutup odanın ortasına kadar getirmişti. Ellerine bağladığı bandajları söküp ellerime bağlamaya başlamıştı.

"Ne yapıyorsun?"

"Biraz rahatlamaya ihtiyacın var. Pençe bahçeyle uğraşıyor. Bugün kış bahçesinin camlarını yıkıyordu. Sezi yeni bir araba yarışı oyunu geliştiriyor. Damat oyun oynuyor. En kötü en kötü gidip Kurt'a dalaşıyor güreş tutuyorlar. Kurt desen deli danalar gibi günde üç öğün koşuyor. Yekta bile kendine bir uğraş bulmuş durumda. Kendine kendini rahatlatacak bir uğraş buluncaya kadar biraz da benim yöntemimi deneyelim ha?"

Minik ellerimdeki bandajları sarmayı bitirmiş beni omuzlarımdan çevirerek kum torbasının önüne götürmüştü. "Tam yumruğunun şurasıyla vuracaksın. Bileğin düz olacak. Eğer darbe aldığında..." Ellerimi yumruk yapmış kendi avucuna doğru vurma hareketi yapıyordu. "Eğer darbe aldığında bilediğin düz olmazsa bu şekilde katlanır kendini sakatlarsın. Bu yüzden düz tutacaksın." Minik bir antrenör edasıyla bana nasıl vurmam gerektiğini gösteriyordu.

Minik'in antrenör edasını görünce, Minik'le Ceren'in evine davetli olduğumuz gün gelmişti aklıma. Yekta'nın Ceren'in terasında arkadaş olalım, dediği gün...

Daha sonra yine aynı şekilde arkadaş olalım diyerek kandırdığı ve yavaş yavaş kalbimi avucunun içine geçirdiği gün gelmişti aklıma. İçimdeki hırs, öfke, nefret dolup taşıyordu şimdi. Kum torpasına indirdiğim her bir yumrukta Yekta'nın simsiyah gözleri canlanıyordu gözümün önünde. Bir süre sonra Turan Tamer canlanmıştı. Babamın dayak yerkenki sesleri dolmuştu kulaklarıma. Sonra Kaçak'ın Turan'ın önünde düğme ilikledikten sonra yüzüne yayılan pis sırıtışı hatırlamıştım. Öfkeyle vuruyordum torbaya.

"Lilya! Lilya sakinleş!" Minik'in sesi çok uzağımdan geliyordu. Yankı yapıyordu beynimde. Kendimi kontrol edemiyordum. Minik beni zapt etmek için kum torbasıyla arama girmiş kollarıyla bedenimi sarmıştı. Gözüm görmemişti. Kum torbasından bile sert bedenini yumruklamıştım bir süre. Minik, bırakmamıştı beni. Kurtulmaya çalışmış, bağırmıştım, yine bırakmamıştı.

Sonunda dizlerimin bağı çözülüp tüm öfkem yerini gözyaşlarıma bırakmıştı. Bir yandan ağlıyor bir yandan benimle birlikte yere çöken Minik'e dövünüyordum.

"Neden? Neden Minik?"

Minik kafamı çenesinin altına yerleştirmiş saçlarımı seviyordu. Şu an tek olmak istediğim yer lanet olasıca Yekta'nın yanıydı. Neden ya neden? Bu kadar karmaşık olmak zorunda mıydı hayat?

Gözyaşlarım daha yeni yeni dinerken ikimiz de kapının önünde donakalan davetsiz misafirle göz göze gelmiştik.

Yine ayak parmak uçlarımdan saç diplerime kadar öfkenin dalga dalga yayılmaya başladığını hissediyordum.

"Ben... Rahatsız etmek..." Yekta mahcubiyetle kıvranıyordu.

"Siktir git Yekta! Ne arıyorsun burada! Üst katlara çıkamazsın!" Bir yandan ağlıyor bir yandan küfürler savuruyordum. Yekta vermiş olduğum tepkiyle afallamıştı. Minik ise hala beni zapt etmeye çalışıyordu.

"Senin için gelmedim. Keyfime de çıkmadım üst kata." Yekta'nın kaşları çatılmış yaşadığım duygu değişimlerini anlamlandırmaya çalışıyordu.

"Çetin yardımına ihtiyacım var." Yekta sözlerini sanki ağzından iğrenç bir şey çıkmış gibi tükürerek söylemişti. Zorda kalmasa Minik'le aynı oksijeni solumak dahi istemeyeceğini biliyordum.

Minik benden onay almak için gözlerimin içine bakıyordu. Zerre yardım edesim gelmese de Yekta'ya ne bok yediğini de merak ediyordum. Gözyaşlarımı silip Minik'e onay anlamında başımı salladığımda Minik alnımdan öpmüş ve Yekta'nın peşinden odadan çıkmıştı.

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin