Yarışa on iki gün kalmıştı. Son bir gündür yaşadıklarım ise sanki bir sene gibi geçmişti. Sexshopa, oradan da cezaevine gitmiş, cezaevinden çıkıp meşhur hiç bilmediğim bir cemiyetin Sadık Ustasına bakırcılar çarşısına gitmiş, oradan dağ evinde biraz saat doldurup gece Alaca Çay'a Sadık Ustayla görüşmeye diye gidip Naim, Ahmet, Uzay, Uraz, Şükrü ve daha nicesiyle tanışmıştım. Ve bunları yaparken de yanımda daha günler önce yine kalbimi paramparça eden Yekta vardı. Ve ben uslanmaz biri olduğum için Yekta'nın yemediği yemekler içime oturmuş, verdiği kilolar canımı yakmış, üşümesi kalbimin derinlerinde buza kesmişti. Bu yüzden kalkıp büyük bir risk alıp sanki her şey normalmişçesine Kerim amcaya götürmüştüm onu. Ve dahası da vardı. Biz... Biz... Öpüşmemiştik ama... Öpüşe yazmak diye bir tabir var mıydı? Biz çünkü tam olarak öpüşe yazmıştık da siren seslerini duymadan hemen önce...
Düşününce dahi midem buruluyor, avuç içlerim terliyor, kalbimin ritmi değişiyordu. Bana sözler vermişti. Affettireceğim kendimi, demişti. Her şey güzel olacak demişti. İnanırdım, inanırdım daha bir gün öncesine kadar benim de içimi umut kaplardı. Fakat...
Fakat ben bir karar vermiştim. Bu kararı uygulayacaktım. Yemin etmiştim. Dahası bu kararımı da ilgilisine iletmiştim. Naim'lerle tanıştıktan sonra bu kararım daha da gerçeklik kazanmıştı. Maalesef bu kararı hayata geçirdiğim anda Yekta'yla artık geri dönüşü olmaz bir yol ayrılımına girmiş olacaktım. Aşkımı kalbime gömmeli, dün ve bu sabah olanları bir an önce unutmalıydım.
Yekta'nın bu kadar süre boyunca susup, aşkına sevgisine kayıtsız kalıp kendine dahi itiraz edemezken benim böyle bir karar verdikten sonra karşıma geçip çatır çatır söylemesi de hayatın sen bakarken soyunamıyorum deme şekliydi sanırım. Trajikomikti. Gözyaşlarıyla karışık kahkahaydı. Acıyla karışık şekerli ekşiydi. Hatta soğanlı turtaydı. İğrençti...
Neden hayat? Neden? Her zamanki gibi neden söküp gitmedi kalbimi de dağ evinin önüne kadar ellerimi avcundan ayırmadı? Neden baktı gözlerimin içine umutla? Neden ben bu kararı verdikten sonra yaptı tüm bunları? Neden daha önce değil?
Kafayı yememek için bir an önce konuşmaya ihtiyacım vardı. Beni en iyi anlayacağını düşündüğüm kişiye koşmuştum hemen. Dostlarım beni merakla beklerken Yekta'yla aynı arabadan inişimiz yeterince şok yaşatmıştı zaten onlara ama hiçbir şey söylemeden Minik'in boynuna atmıştım kendimi.
Yekta, Ceren'le ayaküstü sohbete dalmışken dostlarımın meraklı bakışları eşliğinde Minik'i peşimden sürükleyip odama götürmüştüm. Yekta'nın yeniden gideceğini biliyordum. Gelmeyecekti emindim. Bir neden vardı, sormamı istememişti. İstemeyerek de olsa susmuştum. Her zaman diyordum zaten, biz mıknatık gibi birbirimize çekilirken görünmez bir el sürekli bizi birbirimizden uzak tutmaya çalışıyordu.
Minik'i karşıma oturtup her şeyi bir bir anlatırken sessizce hiçbir mimik vermeden beni dinlemişti. Başkası olsa şimdiden ne anlattığımı sorgular, hatta Umut Babaya gidip de neden haber vermediğime bile kızardı. Ama Minik her zamanki gibi mantıklıydı. Şu an takıldığım noktanın farkındaydı. Neden bu kadar arafta kaldığımın da farkındaydı. Daha doğrusu artık benim için arafın mümkün olmadığını ve asla artık Yekta'yla bir geleceğimizin olmayacağını idrak etmişti.
"Böyle olmak zorunda değil Lilya."
"Olmak zorunda Minik. Olmak zorunda. Benim babama da, babamın dostlarına da ödemem gereken bir borç var."
"Bu şekilde yapmak..." Minik doğru kelimeleri seçmekte zorlanıyordu. "Lilya iyi düşün."
"Düşünmeme gerek yok. Bu benim hayalimdi. Bu hepimizin hayali. Bunun için önümde kim durursa yıkıp geçmeye hazırım. Bu siz bile olsanız..."
Minik'in kaşları çatılmıştı. Ama sinirden değil, durumun vahametinden kaynaklı. "Ne kadar tehlikeli olduğunun farkındasın değil mi?"
"Farkındayım."
"Ne olursa olsun yanında olduğumu bil." Minnetle Minik'in omzuna kafamı koymuştum. Biliyordum, ak dediğine kara da desem benim için kara derdi bu adam. Minnettardım ona. Sessizce içime içime akıttığım gözyaşlarımla birlikte ne kadar süre boyunca o şekilde kaldığımızı hatırlamıyordum.
Bir süre sonra gözlerimi açtığımda tüm gecenin yorgunluğuyla birlikte uyuya kaldığımı fark etmiştim. Dostum sabırla hiç kıpırdamadan uyanmamı beklemişti. Kolumdaki saate gözlerim kaydığında neredeyse iki saattir o şekilde uyuduğumu fark etmiştim.
"Uyusaydın keşke. Yaşadıkların ağır şeyler Lilya."
"Kusura bakma lütfen. Bu şekilde seni de... Böyle..."
"Aşk olsun be güzelim. Hadi biraz daha dinlen lütfen. Yat bakalım yatağına." Minik omuzlarımdan tutarak yatağıma yatırmıştı beni. Altımdan örtüyü çekmiş ve üstümü örtmüş, sırtımın kapalı olduğundan da emin olmuştu. "Şimdi gideceğim. Biraz sevgilimle ilgileneyim. Merak etme sen anlatmadığın sürece kimseye anlatmayacağım. Biraz dinlen. Daha sonra yeniden konuşuruz." Minik'in rahatlatıcı, korumacı tavrı yeniden uykunun huzurlu kollarına yönlendirmişti beni. Yastığın yüzümde bıraktığı yumuşak hissiyat beni giderek derin bir karanlığa gömmüştü.
Gözlerimi açtığımda hava kararmış olmalıydı ki odama yansıyan tek ışık kapının altından süzülen koridorun ışığıydı. Gözlerim kol saatime kaydığında gerçekten de akşam olduğunu fark etmiştim. Telaşla yataktan çıkıp telefonuma bakmıştım. Naimlere gece ikiye kadar mühlet tanımışsak da erkenden haber vermek için arayıp aramadığını kontrol etmek istemiştim. Telefonu vermeden önce tek kaydettiğim telefon numarası benimkiydi.
Kimse aramamıştı. Naimlerden hala bir haber çıkmamıştı. Uyumadan önce Minik'le yaptığımız konuşma gelmişti aklıma. Düşünmüş müydüm gerçekten? Enine boyuna, eksisini artısını... Düşünmeme gerek var mıydı ki? Ben bir yarışçıydım. Ve başka bir seçeneğim asla olmamıştı. Biz buyduk, bizim hayatımız buydu. Bizim yaşama amacımız buydu. Bu sayede var olmuştuk...
Bu nedenle gece ikiyi beklemeden arama tuşuna bastığımda artık her şey için çok geçti.
Özellikle de Yekta ve benim için, biz olmak için artık çok geçti...
"Alo, planlarda ufak bir değişiklik oldu..."
X O X
Ay ay ayyyy! Olaylar olaylar... Sizce Lilya'nın planı ne? :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Adventure"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...