YEKTA'DAN
"...Bilmiyorum Minik. Bu işlerle hep Kaçak ilgilenirdi. En ufak bir fikrim yok."
"Sezi'nin de dirseğine dikiş atılması gerek."
"Ne oluyor burada?" Damat, telaşlı bir şekilde tartışan dostlarına sormuştu.
"Sezi'nin dirseği açık, dikişlik. Hayvanı da tamam kurtardık ama hem bacağı kırık hem de yaraları var. Temizlemeyi başardık ama kırığı nasıl saracağımızı bilmiyoruz." Lilya, aynı telaşla durumu açıklamıştı.
"Ee, yıllarca pansumanı, kırığı çıkığı dikişi Kaçak yapardı malum..." Minik ekleme yapmıştı.
"Ben yaparım." Sesim odadakilerin şaşkınlıkla bana dönmesine sebep olmuştu. Evet, beni görmezlikten geldiklerinin farkındaydım. Ama yardımım dokunabilirdi. "Ben polisim unuttunuz mu? Ben yaparım, önce Sezi'ye bir bakalım olur mu?" Geyiğin herhangi bir kan kaybı yoktu. Ama Sezi'nin kolundan şakır şakır kan akıyordu.
Yeliz'in ilk yardım adı altında bir kutuda toplamış olduğu malzemeleri bulup ortaya çıkarmışlardı. Kurt belli ki yalnızca tentürdiyotla yarayı temizlemiş ama ne yapacağını bilememişti. Sezi'yi rahat bir yere oturması için omuzlarından tuttuğumda herkes pür dikkat beni izliyordu.
Kurt'un temizlemesine güvenmeyerek bir kez de ben temizlemiştim yarasını. Kana tampon yapmıştım. Fakat dikebileceğim herhangi bir cerrahi alet yoktu. "Bana dikiş kutusu gibi bir şey lazım."
"Dikiş kutusu mu? Sezi'nin koluna kumaş muamelesi yapamazsın!" Kurt sinirle Sezi ve benim arama girmişti.
"Peki bay çok bilmiş! Ne öneriyorsun?"
"Kurt!" Lilya'nın çekil emri gelmişti. Önce Lilya'ya bakmış daha sonra Pençe'nin bana getirdiği dikiş kutusuna bakmıştı.
"Endişelenme. Ne yaptığımı iyi biliyorum." Sözlerimle önümden çekilmişti. Önce iğne ve ipi sterilize etmiş daha sonra Sezi'ye dönmüştüm. "Canın yanacak. Korkma, dayanmaya çalış."
Sezi'nin bir elini Kurt tutuyor omuzlarını da Lilya ve Minik tutuyordu. Herkes meraklı gözlerle beni inceliyordu. Yalnızca Kurt, Sezi'nin gözlerinin içine bakıyor, her hareketimle acıdan gözünden akan yaşları siliyordu. O dağ gibi, duygusuz ruhsuz sandığım Kurt şimdi en az Sezi kadar acı çekiyordu. Ne garipti hayat! Her insanın bir zaafı vardı. Aynı benim Lilya'ya karşı savunmasız kaldığım gibi Kurt da Sezi'ye karşı savunmasızdı.
İşimi bitirdikten sonra gazlı bezle kapatıp bantlamıştım. Suya değdirmemesi gibi klasik doktor tavsiyeleri vermiş, dikişlerini her gün kontrol etmem için bana göstermesini tembihlemiştim. Herkesin geçmiş olsun dilekleri eşliğinde geyiğin olduğu kata yönelmiştim. Orta katta boş bir odaya almışlardı hayvanı. Acıdan neredeyse bilinçsiz halde yatıyordu.
Arkamdan Minik ve Lilya da gelmişti. Lilya'ya dönüp "Biz Çetin'le hallederiz. Sen arkadaşınla ilgilenebilirsin." dediğimde aklı Sezi'de kalan Lilya sevinerek odadan çıkmıştı.
Çetin'le çok konuşmadan talimatlarla anlaşmış dağ evinin depo kısmında alçı olduğunu hatırlamıştık. Evet, daha önce kimsenin bir yerini alçıya almamıştım. Ama bunun eğitimini almıştım. Hatta çok daha az materyallerle bu tarz yaralanmalara karşı hayatta kalma eğitimlerini başarıyla geçmiştim.
Fakat şu an karşımdaki ne bir ders kitabıydı ne de bir insandı. Savunmasız bir geyikti yalnızca. Gözlerinden akan yaşlar içimi buruyordu. Gözlerimin yavaştan dolduğunu hissetmiştim. Ne oluyordu bana? Şimdi de oturup bir geyik için mi ağlayacaktım? Kendimi tanıyamaz hale gelmiştim.
"Hey! İyi misin?" Çetin'in beni merak etmesini istemiyordum. Ona kinim ve nefretim baki kalsın istiyordum. Gözümde daha akmadan kuruyan gözyaşlarını boşverip işime konstanre olmaya çalışıyordum.
Yine depodan bulduğumuz bir kovanın içine hazırladığımız alçı bulamacına bulabildiğimiz bez parçalarını ince uzun bir şekilde keserek daldırmıştık. El yordamıyla geyiğin bacağının kırık kısmını oturttuğumda hayvan daha fazla acıya dayanamamış ve kendinden geçmişti. Çetin'le dikkatli bir şekilde hayvanın bacağını sarmıştık. Tam işimiz bitmek üzereydi ki içeri Pençe girmişti. Elinde bir kap su ve çeşitli meyveler getirmişti. Pençe geri odadan çıktıktan sonra Minik'le işimizi bitirmiş doğrulup çıkardığımız işi kontrol ediyorduk. Yüzümde masum bir cana yardım etmenin sevinci vardı.
"Ne enteresan adamsın." Minik'in sözleriyle kafamı kaldırdığımda beni izlediğini fark etmiştim.
"Ne?"
"Bir geyik için endişelenip bir kaşık suda boğmayı istediğin bir adamdan yardım isteyecek kadar insansın ama sevdiğin kadının ağzına sıçacak kadar da acımasızsın."
Gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. Şu ana kadar Çetin'in ağzından hiç argo bir söz duymamıştım. Şu ana kadarki gözlemlerime dayanarak zaten çok çabuk parlayan bir adam da değildi. Grubun mantıklısı, babacanı, koruyup kollayıcısıydı.
Dediklerini anlamlandırmam birkaç saniyemi almıştı. Damarlarımda öfkenin gezinmeye başladığını hissedebiliyordum. Ne yani karşımdaki herif şimdi karşıma geçip Lilya ile bana en büyük oyunlardan birini oynayıp hangi cürretle hesap sorabiliyordu?
"Bana bak! Yediğiniz bokları unuttum sanmayın. Düşmek beni eksiltmedi, aksine daha da güçlendirdi. Yeniden kalkmak için güç toplayışımı acizlik sanmayın! Şu hayvanın masumiyetinin aksine hepiniz birer suçlusunuz. Ve hiçbir şey bu gerçeği değiştiremez."
"Sakin ol şampiyon! Seninle kavga etmek istemiyorum. Burnunun ucunu bile göremeyecek kadar egoistsin. Ben senin aksine Lilya'yı üzmemek için bu sözlerini bile sineye çekeceğim."
"Çekmezsen ne olur ha?" Çetin'le şimdi burun burunaydım. Bilerek kaşımaya çalışıyordum. Muhtemelen bu karşımda duran kas yığınından feci dayak yiyecektim ama umurumda da değildi. O kadar öfkeliydim ki eylemlerimin sonuçlarını düşünmek istemiyordum.
"Hiçbir bok bilmiyorsun dimi sen?" Çetin'in yüzünde küçümseyici bir gülümseme oluşmuştu.
"Ne saçmalıyorsun sen?" Bu sefer yakasına yapışmıştım.
"Burada kalbini deşmek için can atan beş kişi var. Hepimiz tek bir kişi için varlığına katlanıyoruz." Çetin yakasındaki ellerimi sakince sıkıp bıraktırmıştı. "O yüzden bence şansını zorlama. Çünkü emin ol Lilya için dünyayı yakarız, zerre de umurumuzda olmaz. Ne sen ne ortaklık ne Turan baban..." Daha ağzımı açıp tek bir şey söyleyemeden Çetin hızlıca odadan çıkmıştı.
Sinirden köpürüyordum. Ağız tadıyla bile dayak yememe izin vermiyordu hayat. Geyik kendine gelmeden bir an önce odadaki eşyaları toplayıp çıkmıştım. Aşağı kata inerken herkesin salonda toplanmış biralar eşliğinde keyifli bir sohbete dalmış olduğunu görmüştüm. Kendimi ilk defa bu kadar yalnız hissediyordum. İlk defa bu kadar dışlanmıştım. Aidiyet hissiyatım yoktu. Hoş, öksüz ve yetim birinin hiçbir zaman aidiyet hissiyatı olmazdı ya...
Odama inerken içim kan ağlıyordu. İçimi buran, canımı acıtan koca bir boşluk vardı. Bu boşluğun ne olduğunu düşünüyordum.
Aile, demişti içimdeki küçük çocuk.
Aile ne demekti?
X O X
Valla ne yalan söyleyeyim kurguyu bir kenara bırakıp Minik'e Yekta'yı şöyle güzel bir evire çevire dövdürtmek isterdim :)) Belki aklına başına gelirdi hı? Ne dersiniz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Adventure"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...