MUHBİR

55 6 2
                                    

Bu sabah diğer sabahlardan farklı bir şekilde daha gün ağarmadan uyanmamıştım. Güneş ışıkları odama doluyor, içimi ısıtıyordu. Uzun zamandır çekmediğim kadar rahat bir uyku çekmiş, bebekler gibi uyanmıştım.

Yalnızca tek bir cümlenin insanda yarattığı etki böyle büyüktü işte...

Halbuki gece boyunca birçok şey düşünmüş, artık düşünmekten yorulan beynim, bilincimden habersiz şalterleri indirmişti.

Yekta'nın anlattıkları... Söylediği her bir kelime ve altında yatan hisler, düşünceler... Söyledikleri ve söyleyemedikleri... Daha da önemlisi Yekta'nın ne işi çıkmıştı gecenin o saatinde?

Gece eve girdikten sonra hemen Sezi'yi aramış olanları bir bir anlatmış ve Yekta'nın nereye ve niçin gitmiş olabileceği hakkında fikir yürütmüştük. Biraz dedikodu, biraz havadan sudan sohbet derken telefonu kapamıştık.

Bugün güne öyle enerji dolu uyanmıştım ki, neredeyse Yekta'nın karşımıza hiç çıkmadığı günler kadar dertsiz tasasız gibiydim. Hem manava uğramak hem de biraz yürüyüş yapmak için üzerimi değiştirip kapıyı açtığımda önüme bir kağıt düşmüştü.

Bu akşam şu yemek borcumu ödemek isterim. Kendi ellerimle yapacağım. Merak etme seni zehirlemeyeceğim :)

Yüzümdeki şapşal sırıtışa mani olamamıştım. Kalbime söz geçiremiyordum. Heyecanlanmamam, sevinmemem elimde değildi.

Resmen şarkılar türküler eşliğinde gitmiştim manava, sanki kuşlar bugün ayrı bir cıvıldıyordu, güneş bile bir başka parlıyordu.

Bugün hazır Yekta'nın ne yaptığından üç beş üç beş haber alabiliyorken ve ortalık bu kadar sakinken garaja uğramak istiyordum. Yine dostlarımdan ayrı geçirdiğim günlerin özlem sınırına dayanmıştım.

Güzel bir kahvaltı yapıp garaja doğru yola çıkmıştım. Garaja vardığımda yine içeriden kedi köpek gibi tartışan Sezi ve Kurt'un seslerini duymuştum.

"Nasıl yapabilirsin böyle bir şeyi! Dağ ayısı!"

"Ağzını topla! İyi ayak değildi diyorum sana!"

"Sana ne be sana ne!"

"Ne oluyor burada?" Gördüğüm manzara sanki bir filmden kareydi.

Sezi ve Kurt'un iki katı büyüklüğündeki Minik, bir birlerine sataşan Sezi ve Kurt'un arasına girmiş resmen ara dayağı yiyordu.

Kaçak ise ne yapacağını bilemez halde Kurt'un üzerine atılmaya çalışan Sezi'yi zapt etmeye çalışıyordu.

Sesimle birlikte hepsi donup kalmıştı. Sezi beni görür görmez ağlayarak boynuma sarılmıştı.

"Neler oluyor anlatacak mısınız?" Gözlerim Minik'in arkasına saklanan Kurt'taydı.

Minik, arkasına saklanan Kurt'u görebilmem için kenara çekildiğinde Kurt'un yine bir boklar yediğini anlamıştım.

"Sezi bir dakika müsaade et." Boynuma sarılıp hüngür hüngür ağlayan kızı kenara çekmiştim.

"Kurt benimle gel!" Sesim öyle keskin çıkmıştı ki Kurt itiraz dahi etmeden garajdan dışarı peşimden gelmişti.

Arabama bindiğimde Kurt'un da arabasına binmesini beklemiş ve gazlamıştım. Ne zaman streslensem, endişelensem, üzülsem yol yapardım. Kurt'un da yol yaparak rahatlayacağını umuyordum. Bir süre sadece yol yapmış, artık adına yüzleşme tepesi dediğimiz dağa doğru sürmüştüm arabamı.

Zirveye geldiğimizde arabadan inmiş kaputa oturmuştum. Güneş ne yakıyor ne de üşütüyordu. Gözlerimi kapayıp temiz havayı içime çekmiştim.

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin