Ceren'in eve gelmesinden iki gün geçmişti. Artık sayımız artmıştı. Üstüne üstlük evde Ceren ve Yekta'yla köşe kapmaca oynamaya başlamıştık. Kurt'un Yekta'ya olan gıcıklığını, Sezi de Ceren'e karşı üstlenmişti. Sezi ve Ceren gördükleri her yerde birbirlerine omuz atıp ölümcül bakışlar armağan ediyorlardı. Ben ise özellikle Ceren'le karşılaşmamak için gerçekten büyük bir çaba sarf ediyordum.
Muzo'yu kaçırdığımızdan beri geçen iki günde Sezi araştırmalarını derinleştirmişti. Özellikle Sezi'ye Oktay'dan çok ciddi bir bilgi akışı geliyordu. Bu sırada gün içinde hiç istemesem de en az üç defa hepimiz bir araya gelip kritik yapıyorduk. Yekta, Cengiz'den Atilla ve Turan'la ilgili bilgi alıyor, Cihan neredeyse iki saatte bir arayıp hem kendinin iyi olduğunu bildiriyor hem de bize kendi duyumlarını aktırıyordu. Yaptığımız kritiklerin her birinde kim ne öğrendiyse tek tek anlatıyor, öğrendiğimiz bilgilerden işimize yarayacaklar üzerinde durup yapılacak bir işlem var ise onu planlıyorduk.
"Büyük yarışın ne zaman olacağı hala belli değil miymiş?" Yekta'ya sorduğumu herkes biliyordu. Fakat gözlerinin içine dahi bakmadan konuşuyordum.
"Hayır. Cengiz bu süre zarfında Atilla'ya daha yakın bir isim oldu. Buna rağmen hala herhangi bir bilgisi yok. Atilla ve Turan dün gece saatlerinde bir araya gelmiş. Cengiz ne konuştuklarını bilmiyor. Her şey büyük bir gizlilikle yürüyormuş. Özellikle de Muzo'nun kaçırılmasından sonra baya temkinliler anlayacağınız." Yekta, açıklamasını yaparken dahi ona doğru dönmemiştim.
"Muzo?" Minik, Yekta'ya sormuştu.
"Şu an için herhangi bir sıkıntı yok. Her şey anlaştığımız gibi."
"Biriniz bana da şu büyük plandan bahsedecek mi artık? İki gündür anlatmanızı bekliyorum." Ceren'in tiz sesi kulaklarımı tırmalıyordu. Şeytan diyordu, kalkayım saçını başını yolayım da... Şeytandı işte. Hem niye yolacaktım ki? Bana neydi. Alan razıydı veren razıydı. Bana ne oluyordu ki? Ama ona güzel bir hediye sunabilirdim madem planların açıklanmasını istiyor...
"Sezi, sen toplantımızdan sonra şuna anlat her şeyi..." Sezi cümlemin sonunu beklemeden itiraz edecekti ki, sert bakışlarımla karşılaşmıştı. Bakışlarım ona sessizce, sakin ol, burnundan getirmene izin veriyorum demişti. Sezi, yüzünde sinsi bir gülümsemeyle Ceren'e ölümcül bakışlar atarken Ceren'in öfleyip püflemesini zevkle işitiyordum.
Gıcıktım işte gıcık. Nefret ediyordum aynı oksijeni bile solumaktan bu kadınla. Ne yapayım? Aşık olduğum adama yetmiyordu gücüm... Evet! İtiraf ediyorum. Ama Ceren'i görmeye tahammül dahi edemiyordum. Varlığını kabullenmem sandığımdan da zor olacaktı anlaşılan.
"Bir sorun daha var." Minik, daha önce bana iletmiş olduğu bir konuyu hatırlatmaya çalışıyordu. Bir süre merakla gözlerine baktıysam da hatırlamam uzun sürmemişti.
"Ha? Ha, evet. Arkadaşlar toplu halde yaşıyoruz. Hatta direkt şöyle ifade edeyim, sekiz insan ve bir geyik yaşıyoruz. Etrafı bok götürüyor. Herhangi bir yemek düzenimiz yok. Erzaklar sınırlı ve kimse kimsenin pişirdiği yemeği yemiyor. Buna bir çözüm getirmemiz gerek." Tepkilerini ölçmek için birkaç saniyeliğine Yekta ve Ceren'e göz atmıştım.
Maske, toplu yaşama alışıktı. Tamam fazlasıyla boşlamış olabilirlerdi ama asıl düzenin bozulmasına sebep olan şey Yekta ve Ceren'in varlığıydı. Ne katlarda ne salonda ne de mutfakla karşılaşmamak adına hiçbirimizin düzeni kalmamıştı. Ceren kendi başına kimseye sormadan orta katlardan bir odaya yerleşmişti. Önce bu konuyu halletmek gerekiyordu. Kesinlikle muhatap olmak istemesem de bu işi şu an çözüme kavuşturmanın tam zamanıydı.
"Ceren, üst katlar bize ait. Git alt katta Yekta'yla kal. Toplantı bittikten sonra üst katlarda bir daha seni görmeyeceğim."
"Ne? Ne alaka be? İstediğim yerde kalırım. Senden emir alacak değilim." Ceren'in sözleriyle alnımdan bir damarın attığını hissedebiliyordum. Gözlerim deli deli bakmaya başlamıştı. Yerimden kalkıp ağır hareketlerle, göz temasımı bozmadan Ceren'in oturduğu koltuğun önündeki orta sehpaya oturmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Macera"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...