SAHANDA YUMURTA

26 5 2
                                    

Gözlerimi sabahın ilk ışıklarına açmıştım. Geceye dair çok da bir şey hatırlamıyordum. Bir an için nerede olduğumu dahi çıkaramamıştım. Hala loş olan odada üzerime örtülmüş örtüyü ittirerek doğrulmuştum. Şişme yatağın bir ucuna kıvrılmış oturur pozisyonunda önünde tablet, kalem ve kağıtla Yekta'yı görmüştüm. Belli ki üşümüş ve kollarını göğsünde birleştirmişti. Muhtemelen gece geç saatlere kadar videoları birlikte izlerken ben uyuyakalmıştım. Üzerimi Yekta'nın örtmüş olduğunu görmesem de adım kadar emindim.

Yekta'yı uyandırmadan temkinli bir şekilde üzerimdeki örtüyü usulca üzerine bırakmıştım. Yanında duran tablet, kağıt ve kalemi alıp odadan çıkmak için adım atmıştım ki, kağıttaki karalamalar dikkatimi çekmişti.

Kağıdın birçok yerinde ismim yazılıydı. Kimisinin üstünden defalarca kez geçilmişti. Kimi yuvarlak içine alınmıştı. Kiminin altı çizilmişti. Üstte duran kağıdı elimde evirip çevirirken kağıt tomarının altında bir karalama daha fark etmiştim. Elime aldığımda gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. Bir karakalem çalışmasıydı bu. Benim portremdi...

Yekta'nın resim yapabildiğini dahi bilmiyordum. Çirkin bir kadın değildim ama elimde duran kağıttaki yüzüm sanki benim birkaç sürüm üstüm gibiydi. Yekta'nın gözünden bu şekilde görünüyor olduğumu anlamak yanaklarımın kızarmasına sebep olmuştu. Profesyonel bir fotoğrafçı tarafından fotoğraflanarak yüzümün her bir zerresine photoshop yapılmış gibiydi. Kusursuzdu...

Her bir hücrem elimde duran kağıt yüzünden utançla yanıyordu. Ellerimdeki kağıtları Yekta'nın sırtını dayadığı koltuğun üzerine aynı aldığım şekliyle bırakıp odadan çıkmıştım. Yanaklarım hala alev atıyordu.

Aşağı indiğimde Kurt'un yüzü gözü yağ içinde elinde bir kupa kahveyle oturduğunu görmüştüm. "Günaydın." Belli ki keyfi yerindeydi.

"Günaydın." Kurt'un bendeki değişikliği fark etmemesini umarak mutfağa yönelmiştim. Kendime bir kahve yapıp muhtemelen utançtan kızaran yanaklarımın normale döndüğünü umarak yanına oturmuştum. "Neler yaptın?"

"Vallahi bitti. Hiç uyumadım. Gece bir ara pes etmek üzereydim. Tüm parçaları topladıktan sonra bir türlü çalışmadı araba. Kafayı yiyecektim. Görmen lazım..."

"Ee, sonra?"

"Sonrası..." Kurt bir anda kafasını çevirip gözlerimin içine bakmıştı. Gözlerinde umut hareleri dolanıyordu. "Sezi geldi. Yazılımsal bir sıkıntı olabileceğini söyledi. Biraz uğraşmamız gerekti ama sonunda hallettik." Kurt ve Sezi'nin arası bir süredir limoniydi. Belli ki bu yardım Kurt'un kalbindeki kuruyamaya yüz tutmuş umut tohumlarını yeniden filizlendirmişti.

Ben daha cevap vermeden Kurt'un gözlerindeki umut sönmeye başlamıştı. "Ben... Ben anlamıyorum Lilya. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi şaşırdım artık. Yani bir sabah uyanıyoruz sanki dünyanın en kötü insanıyım onun için, benim dışımda herkesi gözü görüyor ama bir beni görmüyor. Ama sonra bir bakıyorum... Yani dün gece ondan yardım istememiştim. Hatta odaya geldiğini bile çok sonra fark ettim. Kim bilir ne zamandır beni izliyordu. Ellerimden aletleri alıp yanıma çöktü. Beni teselli etti. Gözleri öyle bir bakıyordu ki... Yani bilmiyorum. Belki de seven kalbim en ufak arkadaşlık belirtisini bile farklı algılıyordur..."

"Sana yıllardır söylemekten ben usandım da sen dinlemeye usanmadın. Kaçak güreştiğin müddetçe bu sorularına asla cevap bulamayacaksın. Sezi'yi ne kadar tanırsak tanıyalım kalbinin içini göremeyiz. Ondan daha iyi de bilemeyiz. İyi veya kötü bir cevap almak belirsizlikten daha iyi değil mi Kurt?"

"Ben... Ben..."

"Korkuyorsun biliyorum. Eğer olumsuz bir cevap alırsan içindeki son umut ışığı da sönecek. Bundan korkuyorsun." Kurt sözlerimle birlikte bana kaçamak bir bakış atmış ve onaylarcasına kafasını sallamıştı. "Korkma. Çünkü emin ol yüzleşmek zorunda olduğun cevap seni iyileştirecek. Soru sormaktan vazgeç artık. Git ve söyle."

"Her neyse..." Kurt bir anda ayaklanmıştı. "Ben yatayım biraz. Akşama kadar enerjimi toplamam lazım." Kurt daha bir şey söylememe fırsat vermeden merdivenlere yönelmişti bile. Kaçıyordu. Konuşmaktan da Sezi'den bir cevap almaktan da...

Dün Yekta ile izlediğimiz videolardan sonra hala aklıma bir fikir gelmemişti ama pistlerde yarışmak için yaratıldığımı birkez daha fark etmiştim. O kadar uzun zamandır yanık lastik kokusu, egzoz sesi duymuyordum ki, gece yapılacak yarışı hayal ettikçe avuç içlerim karıncalanıyordu.

Turan açık konuşmuştu. Bu yarışta birinci olmalıydık. Ötesi berisi yoktu. Hoş zaten amacımız birinci olup ödül parasını almaktı ya... Dostlarıma güveniyordum, fikirlerinin sağlam olduğunu biliyordum. Fakat Maske'nin lideri olarak bir fikir bulamamış olmayı kendime yediremiyordum. Yarış bu geceydi. Yarışa kadar bir şeyler bulmak zorundaydım.

Yine saatler süren bir düşünce seliyle başbaşa kalmıştım. Ortalık hala sessizdi. Muhtemelen herkes gece çalıştığı için uyanmamışlardı. Saat öğlene geliyordu. Merdivenlerin gıcırtısını duyduğumda kahvaltı hazırlığını yeni bitirmiştim.

"Günaydın." Arkamı döndüğümde Yekta'nın utangaç yüzüyle karşılaşmıştım. Ensesindeki saçları çekiştiyor elini ayağını nereye koyacağını bilemiyordu.

"Günaydın. Gece benden sonra çalıştın baya sanırım."

"Ben... Evet, yani uyuyakalmıştın. Ben de çalışmaya devam ettim. Yazdığım notları gördün mü?"

Yekta belli ki ağzımı arıyordu. "Ne? Yoo, görmedim. Fikir mi buldun yoksa?" Aleni bir şekilde gözlerine baka baka yalan söylemekten rahatsızdım. Arkamı dönmüş çay dolduruyordum.

"Ha? Yok maalesef bulamadım." Yekta'nın sesinde rahatlama vardı.

"Günaydın." Ceren'in sesi Yekta'yı da beni de bu utanç çukurundan kurtarmıştı. "Ooo, ellerine sağlık. Ne kadar güzel kokuyor."

"Altı üstü sahanda yumurta Ceren." Ceren'in abartılı tepkisine gülümsemiştim.

Ceren küçük tüpte pişirdiğim yumurtanın yanına yaklaşıp koklamıştı. "Altı üstü yumurta mı? Kaç gündür Damat'ın yemeklerini yemeye çalışıyorum Lilya..."

"Hıı, şimdi anlaşıldı." Birkaç gündür çalışma saatlerimiz denkleşmediği için herkes farklı farklı zamanlarsa karnını doyuruyordu.

"Hadi otur sen de çay koyayım." Üç tane çay koyup ben de masaya geçmiştim. Tavadan ekmek bandırarak yediğimiz yumurtaya bakarken hayatın birkez daha ne kadar garip olduğunu düşünmeden edemiyordum. Daha aylar önce ne Yekta'yla ne de Ceren'le bırak aynı tavadan yumurta yiyeceğimizi aynı oksijeni bile soluyamayacağımıza ne de emindim oysa ki...

Kafamı kaldırdığımda Ceren ve Yekta'nın da yüzünde hemen hemen benimle aynı şeyleri düşündüklerine dair izler fark etmiştim. Buruk bir gülümseme vardı yüzlerimizde. Geçmişin hatalarıyla yapmıştık kahvaltımızı. Eminim ki, geriye dönebilme fırsatımız olsa üçümüz de tüm olanları değiştirmeyi isterdi...

Pişmanlık böyle bir şeydi sanırım...

Ve hayat işte böyle, bir zamanlar varlığına bile katlanamadığın öfkeden deliye döndüğün insanlarla ekmek paylaştırırdı insana...

X O X

Hayat sürprizlerle dolu.

Çok sevdiğim bir söz var.
Asla asla deme! Hayatın senin için farklı planları olabilir. :)

Birkaç kez sizlere en sevdiğiniz karakter kim diye sormuştum. Bu sefer de en sinir olduğunuz karakteri soracağım.
(Turan, Atilla, Muzo, Oflaz, Serkan, Osman gibi kitabımızın kötü karakterleri dışında :)

Maske'den en çok hangi karaktere ısınamadınız?
Olaylara yeni yeni dahil olan Timuçin, Semih ve Aykan'ı nasıl buldunuz?

Ceren'e karşı kin ve nefretiniz soldu mu?

Peki benim babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi :)))

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin