YEKTA'DAN
Lilya neredeyse 3 gündür odasından çıkmıyordu. Belki de yeni öğrendiğimiz tutuklamalar olmasa veya para suyunu çekmemiş olsa bir süre daha odasından çıkmayacaktı. Oyun içinde kurduğum bir cümlenin Lilya'da odasından çıkmayacak hatta yemek dahi yemeyecek kadar hasar bırakacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi. Fakat ben içimde yanan umut ışığını kanımla söndürmeye alışıktım. İçimdeki ses umutlanma, diyordu. Umutlanma söylediğin bir cümle yüzünden değildir. Cengiz'dir, Maske'dir, Kaçak'ın ihanetidir ama sen değilsindir. Sen onun için hiçbir zaman önemli olmadın. Yalnızca bir oyunun parçasıydın...
Ama diğer bir yanım vicdan azabı çekiyordu. Ya benim dediklerim yüzündense? Ya gerçekten onun için önemliysem? Ya gerçekten sevmişse? Kendimi ev işlerine adamıştım. Nerede kırık çıkık bozuk varsa tamir etmiş artık evde revize edecek bir yer kalmayınca her yeri temizlemiş, her yer bal dök yala olunca da bir şeyler inşa etmeye başlamıştım. Önce bahçeye salıncak yapmış daha sonra iyileşmek üzere olan geyik için değişik mama kapları oymaya başlamıştım. Aklımı düşüncelerden uzak tutabilecek her yolu denesem de bir saniye bile Lilya'yı düşünmeden yapamıyordum.
Salıncağı bile Lilya'nın sallanırken asi saçlarının uçuştuğunu hayal ederek kurmuştum. Ne acınasıydı halim...
Pençe ve Damat dışında benimle çok muhatap olan yoktu. Az buçuk selam sabah vermeye başlayan Maske son olanlardan sonra onu da kesmişti. Pençe ve Damat'ın insancıl tavrı bile son olanlardan etkilenmiş zorda kalmadıkça muhatap olmuyorlardı. Haklılardı. Onlara asla kızamazdım. Ceren bile kendi kızgınlıklarını bir kenara bırakıp beni azarlamak için odama gelmemiş miydi?
Üç gün sonra ilk kez Lilya'nın yüzünü gördüğümde yaşadığım heyecan tarif edilemezdi. Her şeye rağmen hala ona bu kadar aşık olmama katlanamıyordum. Sesini duyduğumda ise ona koşarak sarılmakla bağırıp çağırmak hesap sormak arasında kalmış, hiçbir şey yapmamak için hiçbir duygu belirtisi vermeden toplantıya dahil olmak için zor tutmuştum kendimi.
Nasıl biriydi bu kadın? Karşısına geçmiş ona sahtekar demiştim ama kalkıp bana bir tokat dahi atmamıştı. Bağırmamıştı, siktir bile çekmemişti. Nitekim Ceren de ben de bu dağ evinde sığıntı sayılırdık. Tamam, Cihan asıl bizim dostumuzdu, dostumuzun evi bizim evimiz sayılırdı ama Yeliz ilk önce Lilyaların kullanımına bırakmıştı burayı. Sonradan gelen bizdik.
Ceren'le de son görüşmemizden sonra herhangi bir şey konuşamamıştık. Beni kolay kolay affetmeyeceğini biliyordum, yaptığımdan o kadar utanıyordum ki, karşısına geçip gerçek bir özür bile dileyememiştim. Şimdi sessiz sedasız bir şekilde Timuçin'le konuşmaya dağ evinden yarım saat uzaklıkta bir yere gidiyorduk. Telefonun çektiği bir dağ başına çıkıp Timuçin'e olan biteni anlatıp yardım isteyecektik. Timuçin'e başka bir zaman olsa yüzde yüz güvenirdim ama beni yetiştiren adamdan kazık yedikten sonra artık kimseye güvenim yoktu. Lilya haklıydı, Timuçin eğer bizi satarsa en azından yerimiz yurdumuz belli olmamalıydı.
Uygun gördüğümüz bir dağın zirvesinde kontak kapattığımda muavin koltuğunda oturmuş ve yol boyunca ağzını bıçak açmamış olan Ceren arabadan inmişti. Bulunduğumuz zirve fazlasıyla rüzgar alıyordu. Zirvenin devamında ağaçlık bir alan vardı. Rüzgardan daha çok korunacağımız düşüncesiyle konuşmadan ikimiz de oraya yönelmiştik.
Ağaçlık alanın ortalarına ilerledikten sonra ikimiz için de yeterli gelmiş olmalıydı ki durmuştuk. Ceren, Sezi'nin vermiş olduğu telefonu cebinden çıkarıp bana uzatmıştı.
"Sen konuş Yekta. Sizin aranız hep iyiydi. Direkt benim sesimi duyduğunda telaşlanabilir." Ceren haklıydı. Akademiden en çekinilen kadınlardan biriydi. Timuçin her şeye rağmen Ceren'in sesini duyduğunda tedirgin olabilirdi. Hoş, benim sesimi duyduğunda da tedirgin olacaktı ya neyse...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Pertualangan"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...