O ZAMAN ARKADAŞIZ

20 3 1
                                    

Tümerlerin gelmesinden beş gün geçmişti. Dağ evi ana baba günüydü. Her kapının arkasından biri çıkıyordu. Kulaklarım genel olarak uğultuya alışmıştı fakat kafamı dinlemek için göz ardı edilemeyecek kadar çok sıklıkla kendimi kış bahçesinin sessiz kollarına bırakıyordum.

Büyük yarışa on beş gün kalmıştı. Arabaların yeni gelen yarışçıların da dahil olmak üzere tüm modifiyeleri ve bakımları tamamlanmıştı. Beş gündür neredeyse birer saatlik uykularla nöbetleşe iş yapmıştık. Kimi bu kadar adam için kazan kazan yemek yapmış, kimi arabaların bakımını yapmış, kimi darma duman olan evi temizlemiş, kimi modifiyelere yardım etmişti.

Cengiz gibi sürekli şekilde verilen emirleri sorgulayan bir tip olmadığı için herkes yönlendirmelerime uymuş ve sorunsuz sıkıntısız işleri bir düzene oturtmuştuk.

Ceren günde en az iki kez Yekta'yla konuşuyor, gelişmeleri haberdar ediyordu. Yekta iki polis daha dahil etmişti bize ama o da sayımızın hala çok eksik olduğunun farkındaydı.

Yekta gittiğinden beri ilk kez Ceren'e bile isteye onun hakkında soru sormuştum. Yekta'nın Timuçin'in geldiğini duyduğundaki tepkisini gerçekten merak ediyordum.

Ceren'in söylediğine göre Yekta bu konuyla ilgili hiçbir yorum yapmamış, aksine sayımızın çoğalmasından mutlu olduğunu söylemişti. Anlayamıyordum daha bir ay öncesine kadar Yekta, Timuçin'e kıskançlığından yumruk atmamış mıydı? Neydi bu umursamaz tavır şimdi? Tamamıyla yoksa vazgeçmiş miydi benden?

Yine kendimi evin kalabalığından sıyırmak için kış bahçesine atmıştım. Bir saate yakındır bir yandan bahçeyi izliyor bir yandan da düşünüyordum. Birçok defa Yekta ile burada karşılaşmış, birçok defa birbirimizin farklı yüzlerini yine burada kış bahçesinin huzurlu kollarında tanımıştık. Bazen sinirliydik, bazen anlayışlı... Ama Yekta'yı evde değilse burada bulacağımı hep bilirdim. Oysa şimdi, nerede ne yaptığını dahi bilmiyor ve onun için delicesine endişeleniyordum.

Tüm o söylediklerinden sonra ondan nefret etmeli hatta ona hala içimde duygu beslediğim için hem ondan hem de kendimden tiksinmeliydim ama olmuyordu işte. Yapamıyordum. Artık kendimi kandırmamın da bir alemi yoktu. Zorunlu ortaklığımız bitmek üzereydi. Öküz ölecek ve ortaklık bozulacaktı. Kendimi kandırmıyordum, ona aşıktım, hala ve delicesine.

Odasına taşınmam benim için kötü bir karardı. Odaya sinen traş losyonu ve beyaz sabun kokusu burnuma doldukça, kokusu saçlarıma sindikçe özlemim depreşiyordu. Kimseye asla itiraf edemeyeceğim bir gerçek vardı ki, yastığının kılıfını bilerek değiştirmemiştim. Ve dün gece o yastığa sarılıp ağladığımda artık benim için her şeyin geç olduğunu idrak etmiştim. Geç kalmıştım Yekta'dan nefret etmek için, geç kalmıştım ondan uzaklaşmak ve yoluma devam edebilmek için. Ben Yekta'nın bıraktığı yerde debelenip duruyordum...

Şimdi Yekta'nın normal şartlar altında ben kış bahçesinin camından bahçeyi izlerken sessiz sedasız içeri girip arkamdan "Hey!" diye seslenmesi gerekirdi. Ben ise sanki hiç onu görmekten haz etmiyormuşum, sanki dünyanın en kötü şeyiyle karşılaşmışım gibi tepki vermem gerekiyordu ama... Yekta yoktu.

"Hey!" Kulaklarıma inanamıyordum. Bir an için beynimin bir oyunu sansam da arkamdaki ayak sesleri gerçekti. Sevinçle arkamı dönmüştüm. Karşımda duran insanı gördüğümde ise yüzümde solan gülümsememi kontrol edememiştim.

"Başka birini mi bekliyordun yoksa?" Timuçin, bozulduğunu belli etmemeye çalışıyordu.

"Hı? Yok... Yok hayır, kimseyi beklemiyordum. Gelsene."

Timuçin yönlendirmemle birlikte kış bahçesinin ortasına kadar ilerlemişti. Bir süre sessizce yüzüne bakmıştım. Biraz önce Yekta'yı beklerken her kim gelseydi de hayal kırıklığı yaşardım zaten...

"Bir şey mi oldu?" Timuçin'in de sessizliği arttıkça kendimi rahatsız hissetmiş ve sormuştum.

"Yok hayır, bir şey olmadı. Sadece..." Timuçin, biraz sonra söyleyecekleri için zorlanıyor gibi görünüyordu. "Sadece, ben... Yani özür dilerim."

"Ne? Neden?"

"Yekta'ya da sana da geçmişinize de saygı duymam gerekirdi ama yapamadım."

Timuçin'in gerçekten söylediklerinde samimi olup olmadığını tartmama dahi gerek yoktu. Gerçekten davranışından suçluluk duyuyordu. Derin bir nefes almış ve tepkimi merakla bekleyen Timuçin'e aslında muhatabının ben olmadığımı anlatmak istemiştim. "Timuçin ikinizin de hataları var bu konuda. Ve inanır mısın zerre bu konu hakkında konuşmak istemiyorum. İki yakın dostun söz konusu ben de olsam bir kadın için yumruk yumruğa kavga etmesini kabul edemem. Hiçbir düşünce, hiçbir açıklama bunun bahanesi olamaz. Davranışlarınızı da sempatize edemez. İkiniz de hatalısınız."

Timuçin kafasını yere indirmiş ve anladığını gösterircesine kafa sallamıştı. "Yekta işini belli ki daha sonra halletmek zorunda kalacağım ama sen kendi adına beni affedebilir misin?"

Karşımda duran iri yarı adam cüssesine inat çocuk gibi karşımda kıvranıyordu. Her şeyden öte Timuçin'le güzel bir dostluğumuz olmuştu. Direkt benden hoşlandığını itiraf etmemiş de olsa şu an yaptıklarının arkasında durması bile ona karşı olan saygımı arttırmaya yetmişti.

Ellerimi Timuçin'in omuzlarına koyduğumda başını kaldırması için beklemiştim. Göz göze geldiğimizde ise devam etmiştim. "Affettim tabii ki. Burada bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatıyorsak şayet..."

Timuçin zeki bir adamdı. Tam olarak konunun neresinden kapadığımızı adı kadar iyi biliyordu. Timuçin'le herhangi bir gelecek düşlemiyordum. Bunu da onu kırmadan en iyi bu şekilde ifade edebilirdim. Nitekim o da ne demek istediğimi anlamış, önce dudakları büzülmüşse de yavaş yavaş yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.

Serçe parmağını çocukların yaptığı gibi yukarı kaldırıp, "O zaman arkadaşız..." demişti.

Ben de serçe parmağımla parmağını kavramış ve eklemiştim. "Arkadaşız."

Timuçin'le bu konuda kalp kırmadan anlaşmış olmanın gururunu yaşıyordum. Zira Yekta ile bunu neredeyse bir senedir başaramamıştık. Hayatıma girdiği ilk günden beri birbirimizi anlamamak için ikimiz de sanki büyük çaba harcıyorduk.

Benim yine aklım Yekta'ya kayarken Timuçin yarım kalan işlerini halletmek için yanımdan ayrılmıştı. Timuçin kış bahçesinin cam kapısından çıkarken kapıda Tümer'le karşılaşmışlardı. Tümer'in elinde uzun bir demir parçası vardı. Oğlanlar kendi aralarında sohbete dalmışken ben de onları dinliyordum. Daha doğrusu öylesine onları izliyordum. Ne konuştukları hakkında en ufak bir fikrim yoktu çünkü aklım tamamen başka yerlerdeydi.

İster istemez Tümer'in kulağından sarkan küpeden parlayan güneş ışınları dikkatimi çekmişti. Daha sonra Tümer'in tüm hareketlerine sindirdiği ukala tavrının ona gerçekten sempatiklik kazandırdığını düşünmeye başlamıştım.

Bir anda Tümer'in hayat hikayesi gelmişti aklıma. Çok zorluklar çekmiş, annesini kaybetmiş ve savaşında yalnız bırakılmıştı. Şimdi yavaş yavaş kendi dünyasını inşa ediyordu. Tümer'e gerçekten saygı duyuyordum. Her ne kadar onu tanımayan biri uzaktan gevşek bir tip olduğunu düşünse de aslında yürüdüğü yol çok sağlamdı. Kaypak değildi ve eğilmez bükülmez bir duruşu vardı. Dediğim dedik, inatçı, hatta bir şeye doğru derse tüm ömrü boyunca başının etini de yesek nezaketen dahi yanlış demezdi.

Tümer'in yeni kurduğu ekip için ona tavsiyelerde bulunmayı aklıma yazmıştım. İyi bir lider olabilmesi için fazlaca empat olmak gerekirdi. Eee, haliyle bu biraz Tümer'de eksikti.

Aklıma kurmuş olduğu ekip arkadaşları gelmişti. Hepsiyle şu beş günde tanışmış, konuşmuştum. Tabii ki, birini tanımak için yeterli bir süre değildi ama hepsi birbirinden güzel insanlardı.

Sayımız hala o kadar azdı ki... Keşke Tümer, başkalarını da getirebilseydi...

Tümer, hala Miço olarak anıldığını, Kaptan kadar sözü geçmediği için yarışçı bulamadığını söylemişti...

Aklımdan saniyenin binde birinden geçen bu düşünceler bir anda aydınlanma yaşamama sebep olmuştu.

Çözüm basitti, hem de çok basit. Yüzüm gülmeye başlamış, kalbimin ritmi hızlanmıştı. Bulmuştum!

Fakat çözüme giden yol da bir o kadar sıkıntılıydı. Hem de çok sıkıntılı ve riskli...

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin