EL ELE

20 3 0
                                    

Sabah her zamankinden, özellikle de son on beş günden farklı bir şekilde uyanmıştım. Son on beş gündür günde üç dört saatlik zar zor uykulardan sonra bebekler gibi uyuyabilmiştim. Sanki üzerimdeki tüm yüklerden kurtulmuş, hafiflemiştim.

Dün gece dağ evine girdikten hemen sonra direkt odama gitmek yerine Minik'in odasına gitmiştim. saatin sabaha karşı dört olduğu göz önünde bulundurulduğunda Minik'in uyuyor olduğunu düşünmüşsem de Minik'i mekik çekerken bulmuştum.

Tüm olanları anlattıktan sonra yüzünün aldığı şekil, gözlerindeki pırıltı, içine dolan umut ışığı gerçekten görülmeye değerdi.

Minik, sabahı bile beklemeden Ceren'le konuşması gerektiğini söyleyerek odasından çıktığında ben de odama gidip yatağıma yatmıştım.

Bu sabah farklı bir sabahtı. Odamdan çıkınca doğrudan koridorun sonundaki Minik'in odasına gitmiştim. Aynı dün bıraktığım gibi duruyordu. Belli ki odasına uğramamıştı. Yüzümde büyük bir tebessümle aşağı kata inmiştim. Neredeyse herkes salondaydı. Minik ve Ceren dışında.

"Sezi nerede?" Gözlerim Sezi'yi arıyordu.

Pençe oturduğu yerden koşturarak yanıma gelmiş boynuma sarılmıştı. Dostlarım bu saatte odamdan çıkmadığıma, kimseyle zorunda olmadıkça konuşmadığıma alışmış şimdi beni yüzümde büyük bir tebessümle karşılarında görünce kendi kendimi odama kapayarak cezalandırma sürecimin bittiğini anlamışlardı.

"Mutfakta." Arkamdaki sese dönüp bakmıştım.

Ben daha Yekta ile göz göze gelmeden yanı başımda duran Pençe bir anda atlayarak Yekta'nın boğazına elini götürmüştü. "Oha! Boğazına ne oldu böyle?"

Pençe'nin abartılı tepkisini duyan Kurt ve Damat da ayaklanmışlardı. "Ne yaptın abicim sen böyle?"

Yekta bana kaçamak bir bakış atıp oğlanların sorusunu yanıtlamıştı. "Dün küçük bir kedi saldırdı da..."

Dostlarım aldıkları yanıt yüzünden anlamsızca Yekta'nın suratına bakarken ellerimi çırpmıştım. "Hadi Sezi'ye yardım edelim de mükemmel bir kahvaltı sofrası kuralım."

Dostlarım hala sorgulamaya devam ediyordu ama Yekta'nın ağzından laf alamıyorlardı. Ben önden mutfağa girerken diğerleri de peşimden gelmişlerdi.

"Lilya?" Sezi'nin neşeli sesi mutfağı doldurmuştu. "Seni aramızda görmek ne güzel." Kulağıma eğilmiş ve kimse duymasın diye fısıldamıştı.

"Lilyaaaa, yalvarırım bize krep yap! Vallahi çok özledim kreplerini." Damat, bildiği tüm sırnaşıklığıyla dibime kadar girmişti. "Lütfen, lütfen canım çok çekiyor kaç gündür."

"Eşek, istedin de yapmadım mı?" Sezi'nin tek kaşı kalkmıştı.

"Ya Sezi bir dur ya. Seninkiler işte ne bileyim... Bir garip oluyor." Sezi elindeki yumurtalı tahta kaşığı Damat'ın yanağına şaplatmıştı. İkisi birbiriyle didişirken ben de krep malzemelerini çıkarmak için buzdolabına yönelmiştim.

"Yardım edeyim istersen. Krep bu, salataya benzemez."

Kafamı buzdolabından kaldırırken, "Ha ha ha çok komiksin." Yekta'nın yüzünde sinsi bir gülümseme oluşmuştu.

"Günaydın!" Minik'in sesini duyduğumuzda hepimiz ona doğru dönmüştük.

Kulağımı bir ıslık tırmalamaya başlamıştı. Pençe ıslık çalıyor Kurt alkış tutuyordu. Ne olduğunu anlamak için daha dikkatli baktığımda Minik'in yanında duran Ceren'in elini tuttuğunu fark etmiştim.

Gözlerimden o an kalpler fışkırıyor, sevincim kalbimin ritmini bozuyordu. Ellerimdeki krep malzemelerini tezgaha koyup yanlarına ilerlemiştim. Bir şey dememe gerek yoktu. Minik'in gözlerindeki minnetin farkındaydım. Belli ki geceyi birlikte geçirmiş, konuşmuş, anlaşmış ve karşımıza el ele çıkacak kadar ciddi bir karara varmışlardı. Sonu önemli değildi, iyi veya kötü... Ama anlaşırlardı beraber yürülerdi ama anlaşamazdı ayrılırlardı. Fakat şu an bu yolu birlikte yürümeye karar vermişlerdi.

Minik'in boynuna sarıldığımda kocaman koluyla belimi kavramış ve ayaklarımı yerden kesmişti. Diğer eli ise Ceren'in elini tutmaya devam ediyordu. Ceren'e bir özür borçluydum. Fazlasıyla günahını almıştım. Şimdi utangaç utangaç bakan gözlerine baktığımda ikimiz de daha fazla kendimizi tutamayıp sarılmıştık.

"Nereden nereye abi, şaşırmamak elde değil." Patavatsız Damat'ın sözüyle hafiften gerilen ortam Sezi'nin olaya el atmasıyla yeniden yumuşamıştı.

"Bana bak Ceren, tamam birkaç hafta aynı yastığa seninle baş koymuş olabiliriz ama ben erkek tarafıyım unutma." Sezi yalandan sert tutmaya çalıştığı sesini sonlara doğru seni gidi seni, der gibi bir havayla tamamlamıştı.

Ceren'in yüzüne yansıyan mutluluğu Minik'in kocaman bedenine bile fazla gelen heyecanı... İnsan fazlasıyla özeniyordu her şeye rağmen bir adım atabilecek cesareti gösterebilen iki insana...

Şarkılarla, türkülerle Damat'ın sipariş verdiği krepler tamamlanmış, sohbetler eşliğinde kahvaltıya başlamıştık. Anın keyfini çıkarıyor, daha ne yapacağını nasıl davranacağını bilemez yeni çiftimize takılıyorduk. Artık Ceren de otomatik olarak ailemiz hanesine eklenmişti. Tamam, ona her baktığımda vicdanım sızlıyor, günahını aldığım için kendime küfürler ediyor olabilirdim ama bundan harika bir ders almıştım.

Önce iletişim, önce konuşma, önce sorma sonra yargılama...

"Size ne oldu böyle, ikiniz de bir anda ortadan yok oldunuz sonra ikiniz de bir anda neşeyle ortaya çıktınız?" Ah Damat ah... Damat ve asla zamanı olmayan soruları...

Yekta, Ceren ve Minik aynı ben kadar huzursuzca kıpırdanmıştı. Birbirimize kaçamak bakışlar atıyorduk. Yekta refleks olarak kesilen boynunu sıvazlamıştı.

"Abi, bir şey demeyecek misiniz? Niye birbirinize bakıp duruyorsunuz?" Damat'ın boğazından acıyla cümlesinin sonuna doğru bir inilti çıkmıştı. Gözleri doğrudan Sezi'ye dönmüştü. "Ne vuruyorsun be?"

"Yav çocuk sus artık be! Ne konuştun anaa!"

Ortamın bir anda gerilen enerjisi, Damat ve Sezi'nin tepkileriyle yumuşamış gülmeye başlamıştık. Bu sınır beni korkutuyordu. Yaşadığımız acı anlara gülebilmeye başlamıştık. Bu sınır tehlikeli bir sınırdı. Bu sınırın bir adım ötesinde affetme kapısı vardı. Ve ben eğer o kapı aralanır da Yekta'yı affetmeye başlarsam nasıl birine dönüşeceğimden çok korkuyordum...

MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin