Cihan söz verdiği gibi iki saatte bir farklı farklı telefon numaralarından beni arayıp iyi olup olmadığımızı teyit ediyordu. Erzaklarımız tükendikçe Cihan'a söylüyor, Cihan da tahmini on sekiz, on dokuz yaşlarında genç bir çocukla erzak gönderiyordu. Elimiz kolumuz bağlı neredeyse bir haftadır bekliyorduk.
Cihan, her aramasında Yekta'yı bulmak için neler yaptığını rapor ediyordu. Fakat bir türlü herhangi bir ize rastlamamıştı. Sezi durmadan bilgisayarının başında emniyetten haber almaya uğraşıyor, o da Yekta'nın izini sürüyordu. Dağ evi o kadar ıssız bir yerdeydi ki, ekibimin çok uzaklaşmamaları şartıyla dışarı çıkmasına müsaade ediyordum.
Kurt günde üç öğün koşuya çıkıyor, Minik arka odalardan birinde bulduğu kum torbasında çalışıyor, Damat koyduğum sosyal medya yasağından kaynaklı kafayı yememek için araba yarışı oynuyor, Pençe ise bulunduğumuz duruma rağmen dünyayı güzelleştirmeye çalışıyordu. Pençe, dağ evinin uzun süredir bakımsız kalan bahçesiyle uğraşıyor, yabani otları ayıklıyordu.
Dostlarımı bu şekilde izlerken onlara ikinci bir şans olduğumu düşünüp övündüğüm günler gelmişti aklıma. Belki de hiç hayatlarına burnumu sokmasam, Maske'yi kurmasam şu an normal şartlar altında böyle bir yerde tatil yapmak için delireceğimiz bir yere zorunlu olarak tıkılmamış olurduk. Öyle ya ne zamandır plan yapıyorduk, şöyle güzel bir dağ evi kiralayıp bir süre kafa dinlemek için. Hayat ne kadar garipti. Veriyordu er ya da geç dilediğimiz şeyleri ama dileklerimizi gerçekleştiriş biçimi bir kez daha ne kadar aciz olduğumuzu kanıtlıyordu.
Aklıma bundan iki sene kadar önceki bir anı takılmıştı. Gece geç saatlerdi. Neredeyse hava aydınlanacaktı. Uyku tutmamıştı bir türlü. Yatakta dönmüş durmuş, fakat uyuyamayacağımı anlayınca biraz hava almak için garajın önüne çıkmıştım. Garajın önüne koyduğumuz atıl araba lastiklerinden yaptığımız oturakta demlenen Minik'le karşılaşmıştım. Dertliydi. Ara sıra kafasını dinlemek için kabuğuna çekildiği zamanlar olurdu.
Yas tutardı geçmişine. Eskiden canından çok sevdiği kadın için... Minik çok eskiden mili boksördü. Başarılıydı, genç ve hırslıydı. Minik o zamanlar daha yirmilerinin başındaydı, önünde harika bir gelecek vardı. Kariyer basamaklarını hızla çıkıyordu. Bir kadın sevmişti. Kalbi kara bir kadın. Bu kadın pavyondan çıkma anasının gözü bir kadındı. Minik'ten yaşça büyüktü. Minik gibi yağlı bir kapıyı bırakmamıştı.
Bu kadın için elinde avucunda ne varsa harcamıştı Minik. Bir ev açmış, kendini sevdiğine inanmıştı. Yetmiyordu ama kadına bir türlü. Daha fazlasını, çok daha fazlasını isteyip durmuştu. Minik daha yirmilerindeyken borç batağına saplanmıştı ama gözünü kör eden bir aşka sahipti. Daha fazla kazanabilmek için yeraltında illegal kafes dövüşleri olduğunu öğrenmişti. Güzel para getiriyordu. Her dövüşte biraz daha para kazandıkça kadın ilgisiyle gözünü boyamaya devam ediyordu.
Ve bir gün... Minik'in antrenörü illegal dövüşlerden haberdar olmuştu. Minik'in lisansını iptal etmiş, polise şikayet etmişti. Minik kaçmadan önce son kez sevdiğini görmek için kendi alın teriyle kurduğu evinde antrenörüyle sevdiği kadını basmıştı.
Gözü dönmüştü Minik'in. Eline mutfaktan geçirdiği meyve bıçağıyla antrenörüne saldırmak için yönelmişti. Öldürebilirdi evet. Hatta bıçağa bile gerek yoktu. Fakat araya sevdiği kadın girmişti. Kadının gözlerinde yıllardır görmeyi beklediği aşkı, antrenörü için görmüştü. Değmez diye düşünmüştü. Boklarında boğulsunlar demişti. Kaçmıştı. Orada burada çalışırken yavaş yavaş yarışlara katılmaya başlamıştı. O yarışlarda tanımıştım Minik'i.
Hayat hikayesini ise yine bir gece yarısı demlenirken öğrenmiştim. İki sene önce o akşam da yine geçmişine yas tutuyordu. Sessizce ortak olmuştum ben de kederine. O anda bir dilek tutmuştum. Her şeye rağmen, yıllar geçmesine rağmen Minik'in seven kalbini görünce beni de böyle seven bir adam dilemiştim. Ve sevmeyi...
İnsanın bir günü bir gününü tutmazdı. Hayatta aldığımız her darbe, soluduğumuz her saniye yeni bir şey katardı bize. O gün dileğim gerçek olmuştu. Minik'in her şeye rağmen hala kalbinde sevgi taşıması bir hastalıktı. Bağımlılıktı. Dileğimin bu yanı Cengiz'e sirayet etmişti. Minik'in her şeye rağmen seven masum yanı da bana sirayet etmişti. Ben de her şeye rağmen hala Yekta'yı düşünürken bulmuyor muydum kendimi? Nasıl da gerçekti aslında yaşadıklarımız...
Telefonum çalıyordu. Yine Cihan iyi olup olmadığımızı kontrol etmek için arıyor olmalıydı. Telefonu açtığımda Cihan'ın sesiyle karşılaşacağımı beklerken farklı bir sesle karşılaşmıştım.
"Lilya?"
"Sen kimsin?"
"Oktay. Beni bilmez..."
"Kim olduğunu biliyorum."
"Öyleyse beni iyi dinle. Cihan artık çok dikkat çekiyor. Bundan sonra benim üzerimden iletişim kurarsınız."
"Sen savcı değil misin? Bize neden yardım ediyorsun?"
"Ben vatanını seven bir vatandaşım sadece. Kara kaşınıza kara gözünüze değil elbette. Birincisi şu an bulunduğumuz durumdan bir an önce kurtulmak için en mantıklı çözüm yolu sizinle işbirliği yapmak, ikincisi bazen mantıksız da olsa dostları için böyle şeyler yapabiliyor insan."
Oktay'ın söylediklerini tartmaya çalışıyordum. Daha üç beş ay öncesine kadar Oktay'ın O'sunu duyduğumda yutkunmakta zorlanır, esas duruşa geçmemek için kendimi zor tutardım. Peki ya şimdi? Ne yani meşhur, illegal işlerle uğraşan herkesin korkulu rüyası, ülkenin en tedirgin eden ismi bize yardım mı edecekti?
"Sizin çöplüğü en iyi siz bilirsiniz. Bana kimsenin bilmediği, kimsenin ulaşamayacağı bir yer söyle."
"İzini mi buldun?"
"Hadi Lilya! Uzun uzun sohbet etmek için aramadım seni." Aklıma o an bir yer gelmişti. Yine bir dağ başıydı. Tek bir girişi olan iki dağın arasından geçip ince bir yoldan yukarı çıkılıyordu. Hem yukarıdan aşağıda boylu boyunca uzanan yol apaçık belli oluyor hem kimse bilmiyordu. Oktay'a tahmini bir konum verip telefonu kapatırken Oktay yalnız gelmemi üstüne basa basa söylemişti. Telefon yasaktı. Yalnız gitmem gerekiyordu.
Oktay iyi bir savcıydı. İşinde o kadar başarılıydı ki, bu yüzden korkuyorduk zaten. Adı şu ana kadar hiçbir skandala karışmamıştı. Kimseye eyvallahı yoktu. Yekta'dan bile daha çok güven veriyordu insana.
Ekiptekileri hemen toplayıp ufak bir toplantı yapmıştık. Yalnız başıma gitmeme razı olmasalar da sözümün üstüne söz söylememişlerdi. Arabama binip kontağı çalıştırdığımda telefonumu uçak moduna alarak yola çıkmıştım. Tam olarak Yekta'yla mı görüşecektim emin değildim. Oktay, yalnızca benden gizli bir konum istemişti. Yekta'nın olmayacağı ihtimali üzerinde durarak delirmemeye çalışıyordu beynim.
Avuç içlerim terliyor, karnıma kramplar giriyordu. Yine ve yine Yekta'ya tokat atmakla, boynuna sarılmak arasında bir yerdeydim. Yol öyle ormanlık arazilerle, dağların arasındaydı ki radyo bile çekmiyordu. Farkında olmadan ağzıma bir şarkı takılmıştı.
İki yalnız bir doğru edebilirdik
Şimdi farklı şiirlerde yaşar gibiyiz
Ben Mecnun, sen Şirin, tesadüf değil
Biz bize kurulmuş tuzak gibiyiz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKE - Pistlerin Sahibi (TAMAMLANDI)
Adventure"On dakikaya oradayım." "Ben temiz demeden gelme. Kendini riske atma. Duydun mu beni? Lilya?" Cevap vermeden kulaklığıma basarak görüşmeyi sonlandırmıştım. Kanım kaynıyor, direksiyonu kavrayan avuçlarım kaşınıyordu. Ağzım kulaklarımda, keyfime ise d...