Yeni yapılan yüksek katlı inşaata doğru yürüdüm. Öldürecektim kendimi, dermanım kalmamıştı yaşayacak.
İnşaatın merdivenlerden çıkıyordum. Çok yorgundum, zar zorda olsa kulenin tepesine çıkmıştım, kendimi atacaktım.
Atmadan, biraz başımdan geçenleri düşündüm. Sürekli kahkaha ve ''atla artık'' diye sesler duyuyordum. Kulenin içinde sürekli böcekler, yılanlar görüyordum.
Kendimden tiksindim, nefret ediyordum. Bir an önce atlamak, benim için bir kurtuluştu.
Çatının ucuna kadar yürüdüm, tam atlamak üzereyken. Bir el kolumdan tuttu, hiç tanımadığım bir yüz, bir adam arkamda belirdi. ''Sakın yapma Oğlum, Allah'a sığın yapma'' dedi.
Teyzemden ve Hocadan sonra ilk kez biri yardım ediyordu bana, yüzünde nur vardı sanki.
''Yapma oğlum'' diyordu. O kadar güzel oğlum diyordu ki, sadece gülümsedim. Bir ayağım boşluktaydı, ama hiç korkmuyordum ölmekten, sadece bir neden istiyordum ölmemek için, bir neden.
Kimseye güvenim kalmamıştı. Beni kurtarmak isteyen bu iyi adam bile, belki bana daha başka bir kötülük yapacak diye düşündüm.
Tüm insanlar bana düşman gibi bakıyordu, neden böyleydi insanlar, ben onlara ne yapmıştım.
Benimde artık insanlara itimadım kalmamıştı.
Yine kapkara pis bir karga kondu karşı çatıya, ağzından kanlar damlıyordu. Bu iyi adam beni kurtarmak isterken, bir şeylerde benim ölmemi istiyordu.
Son defa doğup büyüdüğüm şehre baktım ne güzel günlerim geçmişti oysaki... Bak, ölmeyi bile becerememiştim.
Allah'tan başkasından korkmayacağım, bugünde geçecek diye kendimi teselli etmeye başladım. Ama telafisi olmayan yollara çoktan girdiğimin farkındaydım.
Beni kurtaran adamda çoktan gözden kaybolmuştu, zaten ne zaman yanıma geldiğini de görmemiştim. Artık benim için sıradan olmuştu bu şeyler.
Aşağı indim, aşağıdan tekrar kuleye baktım gerçekten de çok yüksekti, kendi kendime az önceki cesaretime hayran kalmıştım.
Ama gözüme bir şey çarpmıştı. Kulenin tepesinde birisi vardı, aşağı atlayacak gibiydi.
Dikkatli bakınca kendimi gördüm, kulenin tepesinde duruyordum. Bağırıp çağırıyordum.
Sonra aşağı atladım, kendi kendimi aşağıdan izliyordum. Tak diye düştüm tamda önüme, kemiklerimin kırılma sesini ve dağılan beynimi görebiliyordum.
Yine cinlerin bir oyunuydu bu bana. O iyi adam bana engel olmasaydı bu şekilde ölecek, canıma kıymış olacaktım.
Ne eve ne mahalleye gitmek istiyordum, nereye gitsem başıma musallat oluyordu dumansız ateşten yaratılanlar.
Bir canım vardı zaten, teyzemi de kaybetmiştim. Çaresiz hocanın yanına gitmeye karar verdim.
Her gördüğüm canlıdan tiksiniyordum.
Bağluma gitmek üzere taksiye bindim, paramda azalıyordu.
Korkuyordum, hem de çok korkuyorum. Üstüm başım perişandı, perişan bir haldeydim.
Sokağın başında indim taksiden. Teyzemin kan izleri sokakta halen duruyordu, çıkmamıştı yerden.
Hüzün ve korku içinde yürüyordum yavaş yavaş, çaresizce. Gecekonduların arasından bir adam çıktı, yaz günü olmasına rağmen siyah uzun bir palto giymişti.
Saçları uzun bakımsız, gözleri kıp kırmızı bir adamdı.
Korkuyor musun pis çamur diyerek iğrenç bir kahkaha attı. İnanın sesini duymak istemezseniz. Senin canını bağışlarım, ama sende bize hizmet edeceksin, din değiştirip Yahudi olacaksın, sonra biz ne istersek onu yapacaksın, köpek dedi.
Euzu besmele çekmemle bir anda kayboldu. Sonra koşmaya başladım.
Koşuyordum hocaya doğru, çok hızlı bir şekilde koşuyordum. Yine bir gecekondunun önünden karşıma çıktı. Hala kahkaha atıyordu, kahrolacaksın diyordu sürekli.
Dilim kilitlenmişti, hiç bir sure okuyamaz oldum. Korkudan bayılmışım...