Asraf tüm heybeti ve tüm dehşetiyle karşımız da bize bakıyor.
Dillerimiz tutulmuş, kalplerimiz patlayacak şekilde atıyordu. Kulaklarımızda dayanılmaz bir ses vardı, sanki kulak zarını delip beynimizi işkal ediyordu.
Dağlar ve ovaların tamamı, simsiyah bulutlarla mahşer yerine dönmüştü.
Hoca elindeki kitabı alıp okumaya başladı. Okudukça siyah dumanlar azalıyor, Asraf'ın görüntüsü saydam hale geliyordu, en sonunda kayboldu...
En az yarım saat kendimize gelemedik. Dünya hayatında göremeyeceğimiz kadar çok korkuyu, bir anda yaşamıştık.
Hoca önde bir arkada, hazinenin olduğu bölgeye doğru yürüyorduk. Hoca sürekli içinizden kur'an falan okumayın diye ikaz ediyordu bizlere.
Çünkü Kafir Cin kabilesi olan Zuzula ile, Başka kafir kabile olan Cuhenna Cin kabilesin çarpıştıracaktı...
Yürüye yürüye, hazinenin bulunduğu tarlanın sınır taşına kadar geldik. Hoca burada biraz beklememiz gerektiğini söyledi, kendisi de elindeki kitabı okuyordu.
Hazinen bulunduğu yerde çok yoğun siyah dumanlar vardı, binlerce ateşten gözler bizim bulunduğumuz yere doğru bakıyordu.
Hoca zamanın geldiğini hazinenin olduğu yere doğru yürümemiz gerektiğini söyledi.
Yine elimdeki kitabı okudukça; kara dumanlar ve bize bakan binlerce ateşten gözler, dağılıp kayboluyordu.
Nihayetinde definenin olduğu yere vardık. Ama definen olduğu yer, mezar şeklinde kazılıydı, hemde üç mezar yan yana kazılmıştı.
Bu manzarayı, geçen gece gördüğüm rüyada hatırlıyordum. Kalabalık insan gurubu vardı, ve ölülerini tam buraya, tam bu mezarlara gömüyordu...
AMA NE YAZIK Kİ ONLAR İNSAN DEĞİLDİ, BURAYA GÖMÜLEN ÜÇ CESETTE; BEN, HALİL VE AKİF'Tİ.
Artık kafam dank etmişti. Maalesef oyuna gelmiştik. Halil ve Akif hala altınlar bizim olacak diye göbekler atıyordu.
Bir anda hoca elindeki kitabı okumayı bıraktı. Yine etrafta sayısız ateşten göz vardı.
Ateş alevinin rüzgarda sallandığı gibi, etrafımızda sallanıyor, kulağımızdaki dayanılmaz ses ile bizi delirtmeye çalışıyorlardı...
Bize arkası dönük olan hoca, yüzünü döndü. Evet haklı çıkmıştım; hoca dediğimiz insan aslında Zuzula Cin Komutanı Kunyas idi.
Men indira hukmen anil iblis, men kandire aslen kabir... Ya şeytanın emrine gireceksiniz. Ya da bu kazılmış mezarlara... diyordu...
Çaresizdik, iki yolun sonu da ölümdü. Etrafımızda binlerce şerli çirit atıyor, kulaklarımızda korkunç sesler, zarları patlatıyordu.
İçimden bir ses, sürekli çıkar belindeki silahı, diğerlerini vur diyordu. Evet, bu cinlerin vesvesesiydi.
Aynı vesvese Akife de gelmiş olacak ki, eli sürekli belindeydi.
Artık içimdeki sesi mani olamayacaktım. Arkadaşlarımın ölümü benim elimden olacaktı.
Cinlerin verdiği vesvese; ya şeytana biat ettirecek, yada önce arkadaşları öldürüp, sonra kendimi vurup, mezarlara düşmemizi sağlayacaktı.
Zaman ilerledikçe vesveseler arttı. Artık elim silahtaydı, önce Akif'i vurup mezara gömecektim. Sonrada halil'i öldürmek geliyordu içimden. Kendime hakim olamıyordum...
Tam elimi silaha götürüp Akif'i öldürecekken, binlerce şerlinin arasından bir ışık parladı. Işık, şerlileri rahatsız ediyordu. Hepsi sağa sola dağıldı.
Işığın kaynağı; Karanlık dünyasından, insanlığı aydınlatan, Kör hocamızdı.
Onu görünce gözümden yaşlar boşandı. Hüngür hüngür ağlıyordum.
Yanımıza doğru yaklaştı. O yaklaştıkça vesveseler bitiyor, kulağımızdaki ses azalıyordu.
Ve kalp gözü gören hocam karşımda duruyordu, ona sarılmak istedim fakat musade etmedi. Ve bizde ne vesvese, etrafta da hiç bir şerli kalmamıştı.
Evladım neden vazgeçmediniz. Cinler size tuzak kurmuş, oysaki burada altın falan yok, cinler sizin imanını çalıp kafir olmanızı istemiş...
Akif lafa girerek, ben aslında bu definenin haritasını, bizi ateşe atan hocadan almıştım dedi. Tabi hoca falan değildi o. Zuzula komutanı Kunyazdı...
Evladım illaki define bulmak istiyorsanız ilerideki taşı kaldırın. O taşın altında hakiki hazine var... gidip taşı kaldırdığımızda, hocanın duvarda gösterdiği Kuran-ı Kerim vardı.
Kurandan daha değerli hiç bir şey yoktur... Çünkü o, mahluk değildir. Allah'ın bizzat sözüdür.
Evladım, kör hocanın size selamı var diyerek yanımızdan uzaklaştı...
EEE, bu kör hoca değil miydi diye birbirimize şaşkınlıkla baktık. Hemen malzemelerimizi toplayıp oradan uzaklaştık.
Sabah olmuştu. Hemen kör hocanın evinin önüne gittim. Dış kapının önüne varıp tıklatmaya başladım.
Kapıyı tıklattım, genç yaşta bir çocuk açıp, içeri buyur etti.
Kör hoca nerede dedim çocuğa. Ben oğluyum, ama babamın gözleri görüyor dedi. Hemen hocanın bulunduğu odaya gittim.
Kör hocanın olduğu yerde başka bir hoca vardı, orta yaşlarda.
Kör hocayı sordum. Böyle biri yok dedi.
Başımızdan gecen tüm olayları teker teker anlattım. Anlatırken, gözüm duvardaydı, duvardaki asılı kuran yoktu, çünkü bizdeydi.
Duvarda ne vardı dedim. Duvarda kuran vardı, ama kaybolmuş dün gece dedi.
Kuran bizde hocam, gece kör hoca söyledi, bizde taşın altından bulduk dedi.
Hoca hemen kolumdan tutup beni bahçeye çıkardı. Bahçede bir mezar var, mezar taşında da Osmanlıca, 920 hicri kör hafız yazıyordu.