Ben böyle çıldırmış bir şekilde devam edince, köylüler koşarak yanıma geldi. Kahveden filan koşanlar, beni alıp sakinleştirmeye çalışıyorlar, su filan veriyorlar, yüzümü yıkıyorlardı. Tutup kolumdan kahveye getirip, bir sandalyeye oturttular.
Biraz kendime gelmiştim, toparlanmıştım.
Hepsi başıma toplanmışlardı. Bu insanların hiç birini tanımıyordum. Kahve, evler ve cami... hepsi aynıydı. Fakat insanların hiç biri, bizim köyün insanlarına benzemiyordu.
Köye ailemle beraber gelmiş, neredeyse 1 hafta beraber burada kalmıştık. Ama şimdi, ne onlar vardı yanımda; nede bu köylüler, bizim köylülerdi. Hiç birini ne tanıyor, nede daha önce görmüşlüğüm vardı.
Köy kadınları da kahvenin dışından, yazık çocuğa filan diye konuşuyorlardı.
Yaşlı bir amca kulağıma yanaşıp, anlat bakalım evlat, kimsin sen...
Ben kim miyim? Bu köylü falancanın torunuyum. Asıl siz kimsiniz, ne arıyorsunuz köyümüzde.
Herkes, hayret eder bir şekilde, gözlerini bana dikmiş; hem acıma, hem de öfkeli bir şekilde beni süzüyorlardı.
Oğlum aklını başına al, ben bu köyün muhtarıyım. Öyle birileri yok bu köyde, senide daha önce hiç görmedik buralarda dedi yaşlı amca. Nerelisin, necisin...
Ne oldu sana, anlat bakalım başından geçen şeyleri, tanıyalım hele seni dediler.
Her şeyi baştan sona anlattım.
Ailemle kafa dağıtmak için köyümüze, yani buraya geldiğimizi. Yaşlı adamı ormanda gezerken gördüğümü, evimizin kapısını işaretlediğini. Sonra Abdullah'tan, mezarlıktan, o dökük kulübeden vs.. Ne varsa hepsinden bahsettim.
Köy ahalisi şaşırmış bir vaziyette beni dinliyordu.
Muhtar olan yaşlı adam; oğlum, sen buraya bir hafta önce, gece vakti geldin. Tek başına bu eve girdin ve kapıyı arkasından kilitledin. Bir hafta boyunca evden nadiren dışarı çıkıyor, ondada direk ormana gidiyordun.
Ne kimseyle konuşuyor, nede sorulan sorulara cevap veriyordun.
Üstün başında perişan olunca seni; kimsesiz, deli, meczup biri sandık, fazlada üstelemedik.
Her gün kapına yemek koyduk, fakat hiç birine dokunmadın.
Geceleri, garip bir şekilde çığlıklar atıp, duvarları tekmeliyor ve ağlıyordun. Ne kadar seslendik, ama hiç karşılık vermedim.
Dün gece Ahmet abinin küçük mobiletini çalıp, orman yoluna doğru sürmüşsün. Arkandan koşmuşlar, ama tutamamışlar seni.
Muhtarın anlattıklarını duydukça yerin dibine giriyor, yaptığım bunca saçmalığın hiç birini hatırlamıyordum.
Ben bunların hiç birini yapmamıştım çünkü, yaptıysam da kendimde değildim..
Ben sadece ailemle kafa dinlemek için köyüme gelmiştim. Fakat ortada ne ailem vardı, ne yeni yapmakta olduğumuz ev, nede burası bizim il ve ilçeydi.
Burası bizim il ile en az, 5 saat mesafede olan başka bir vilayetti.
Tekrar tekrar sordum. E, o adamın evi yok mu mezarlığın orada. Tek başına kulübede ve mum ışığında yaşıyordu, tanımıyor musunuz bu esrarengiz adamı, diye sordum.
Sanki beni bir şeye inandırmaya çalışıyorlarmış gibi geliyordu bana.
Adam biraz sesini yükselterek; öyle kimse yok oğlum, nereden çıkarıyorsun. Burada esrarengiz olan sadece sensin.
Köyün bir tane mezarlığı var, oda bu eski virane evin, yani senin 1 haftadır kaldığın yerin arka tarafına düşüyor dedi.
Kafam yeni yeni dank ediyordu. Anlayacağınız, ben köyde olduğum müddetçe, gece gizli gizli inceleme yapacağımız evde (kulübe diye bildiğim) kalıyormuşum. Ormanın içinde sandığım mezarlıkta, evin arka tarafındaymış.
O yüzden dönüp dolaşıp, hep kendimi bu evde bulma sebebim buymuş.
Yaşlı adam ve o çocuk, hiç kimse şu zamanda yok. Gördüklerim hayal, ya da gerçek. Ama tek bildiğim bir şey vardı; köylülerin tanımadığı, benim korktuğum o yaşlı adam benmişim.
Tek başına mum ışığında o evde kalan benim. İnsanlar köyde, kahvede yaşlı adamdan bahsediyorlardı ya. Aslında bana öyle geliyordu, o yaşlı adam değil, o mecnun olan benim..
Hepsi benmişim. Sadece duymak istediğimi duyuyormuşum, ya da benim böyle duymamı sağlıyorlardı.
İnsanlar bana karşı soğuktu, ama sağ olsunlar yardımcı da oluyorlardı. Ne olduğu ve ne yediği belli olmayan birisini, bağırlarına basacak değillerdi ya.
Benim merak ettiğim, buraya nasıl geldiğim, nasıl geçindiğim ve ne yediğimdi. En önemlisi, buraya niçin geldiğimdi. Yaşadığım bir hafta boyunca bana eşlik edenler kimlerdi...
Bunların hepsini kafamda canlandırdığım bir hayal dünyasına göre yaşıyormuşum.
Deli miyim, hasta mıyım? Yoksa bunlar, onların bir oyunu muydu? Onlardan kastımı anlamışsınızdır umarım. Çok fazla anmak istemiyorum. Korkuyorum, kusura bakmayın.
İnsanlar başımdan yavaş yavaş dağılmaya başladı. Muhtar da; aileni arayalım istersen, jandarma filan çağıralım, hastaneye götürelim seni filan dedi.
Ben de bunları yapmak istiyordum, ama o evle olan işim bitmemişti. Onca şey yaşayıp burada noktalayamazdım. Belki benim bu kadar uğraşmam hayra vesile olacaktı.
Belkide, daha çok çıkmazların içine girecektim. Boş yere gelmiş olamazdım herhalde buraya.
Yanımda bir iki kişi kalmış, herkes dağılmıştı. Muhtar olan adamdan mum, pil filan istedim. Sağ olsun yardımcı oldu, istediklerimi getirdi. Yemem içinde bir kaç şey vardı elinde.
Köy kahvesinde akşam üzeri olana kadar oturdum, kafamı iyice dinlemeliydim. Bu anlamsız dünyamı, anlamlı hale getirmeli ve işlerin nasıl yürüyeceğini çözmeliydim.
Özellikle benim üzerimde durduğum, şu ölüm meselesini detaylıca araştırmalıydım.
O çocuğu kim, neden öldürmüştü. Benim gördüğüm yaşlı adam, Abdullah diye bildiğim çocuğun babası mıydı?
O öldürülen çocuk, Abdullah mıydı?