Tuvalete gelmişken sağımı solumu toparladım. Suratımdaki sargıları çıkardım, elimi yüzümü yıkayıp, biraz gevşemeye çalıştım.
Saniyeler dakika gibi geliyor, zaman bir türlü geçmek bilmiyordu.
İşin daha da kötü yanı, kapının herhangi bir cam platformu bulunmadığı için, dışarıda olup bitenleri siluet varı bile olsa göremiyordum.
Derken çok geçmeden telefonum titreşmeye başladı. Heyecan içinde telefonuma baktım, kuzenin çağrısı olduğunu düşünmüştüm ama değildi. Telefonum bilinmeyen bir numara tarafından aranıyordu.
Telefonu açtım: Alo buyurun?
Fakat karşı taraftan yanıt gelmiyordu.
Yeniden seslendim: Alo, kimi aramıştınız!
Telefonun öbür ucundan yalnızca usul bir ağlama sesi duyuluyordu. Beni arayan kişi her kimse, telefonun öbür ucunda sessiz sessiz ağlıyordu.
Alo? Kimsiniz!
Karşıdaki kişi, yanıt vermediği gibi ne ağlamayı kesiyor, ne de telefonu kapatıyordu. Bir süre sonra ben kapattım.
Lan deli midir nedir...
Çok değil, iki dakika sonra yeniden bilinmeyen numara tarafından telefonum aranıyordu.
Telefonu yine cevaplandırdım. Yine aynı ağlama sesleri, sanki çok uzaktan geliyormuş gibi duyuluyordu.
Yahu kimsin sen! dedim hiddetle. Uzun zamandır hiç bu kadar celallenmemiştim. Adamdaki keyfe bak hem arıyor, hem konuşmuyor, hem kapatmayor. Yeniden suratına kapattım.
Arayan kişi her kimse, tekrar tekrar arıyor, ben de tekrar tekrar suratına kapıyordum.
Kuzenle son konuşmamızın üzerinden 25 dakika geçmişti, şimdiye kadar mutlaka gelmiş ve şansını denemiş olmalıydı.
Başarılı olduysa çağrı atması, eğer başaramasa bile mutlaka arayıp söylemesi gerekmez miydi bu zamana kadar?
Lan bir dakika! Dedim. Ya çağrı attıysa, fakat bilinmeyen numaranın hattımı meşgul etmesi yüzünden ulaşamadıysa?
O an daha fazla beklemenin anlamsız olduğunu, en azından bu şekilde tuvalette eli kolu bağlı oturarak hiçbir şeyi çözemediğimi düşündüm.
Bandajlar, sargı bezlerini tekerlekli sandalyenin üzerine attım ve hepsini orada bıraktım. Kapıyı usulca aralayarak dışarı göz attım: Dışarıda hiç kimse yoktu.
Buna güvenemeyerek, beni arayan bilinmeyen numarayı yeniden meşgule düşürdüm ve hemen kuzeni aradım, fakat kuzenin de telefonu meşgul çalıyordu.
Fesuphanallah, dedim. Neyse artık, her iş olacağına varırmış, ne olacaksa olsun, dedim ve kapıyı hızlıca açarak var gücümle kendimi dışarı attım.
Etrafta tanımadığım bir iki acil görevlisi vardi, fakat şükür ki onlar da beni tanımıyorlardı. Dolayısıyla sadece bana "pislik herif, elin ayağın tutuyor, niye girersin engelli tuvaletine" der gibi uyuz uyuz bakıp yollarına devam ettiler.
Ahu hemşireden ise eser yoktu. Telefonum durmadan bilinmeyen numara tarafından çaldırılmaya devam ediyordu. En sonunda dayanamayıp telefonu kapattım.
İşte, acilden bahçeye açılan arka çıkış kapısı hemen dibimdeydi. Son bir etrafı kolaçan ettikten sonra, var gücümle depar atmaya başladım.
Nihayet bahçedeydim artık. Her ne kadar yaz mevsiminin sonları da olsa, soğuk bir rüzgar vardı dışarıda.
Kuzenin diyeceği önemli şeyi öğrenmek için can atıyordum, hatta hastanenin ön kapısına gitsem belki kuzeni bulabilirdim, ama böyle bir riske ancak aptallar girerdi.