Biz bu olaya köye yaklaşınca anlam verebildik. Tuzağa rastlamadan köye girdiğimizde köydeki herkesin kaçtığını gördük. Ne hayvan kalmıştı ahırlarda, ne insan.
Sonradan öğrendik ki, köylüler olanları anlamış ve hoca minareye koşup var gücü ile ezan okumaya başlamış, ifrit cinlerde sabah oluyor sanıp korkudan tuzak bile kuramadan kaçmışlar.
O muhterem hocanın ani kararı ile ezanı birbuçuk saat önce okumasa biz çoktan ölmüştük.
Köy hayalet köy gibiydi. İnsanlar olacakları sezip kaçmıştı. 100 kişilik köyde canlı bir böcek bile kalmamıştı neredeyse.
Hoca minareye çıkıp bizim durumumuzu anlayıp ezanı önceden okuyup hayatımızı kurtarmıştı.
Ama o an köyde yardım alacak bir Allah'ın kulu bile yoktu.
Olayın en ilginci ise, bu insanların bu kadar kısa sürede nereye kaçabileceğiydi. Tamamı cinlerle, al karıları ile ermiş ruhları ile içiçe yaşayan yüz kişiyi korkutup kaçıran bu illetten kurtulmak için sürekli aklım Allah'a yalvarıyordu.
İfritler gece geldiklerinde önce bizim bıraktığımız binaya bakıp sonra buraya geleceklerdi elbet.
Onlara karşı koyma gibi bir şansımız yoktu.
Hava daha yeni ağarıyordu.
Gecekondudan dönüştürülen camiye girdik, kapısı kilitli olmayan tek yer oydu.
O an içimizi ferahlatacak bir şey oldu. Bizi kurtaran ezanı okuyan hoca olduğunu düşündüğümüz sakallı, uzun yeşil cübbeli bir muhterem zaat camide namaza durmuştu. En azından bir takım sorulara cevap buluruz diye namazını bitirmesini bekledik.
O ara bizim hocalarda namazına durdular, bende hocalara katıldım. Davud dışarıda dururken biz hocalarla namaza durduk.
Biz namazı bitirdiğimizde ihtiyar adam hala namazdaydı. Çok uzun süre geçemedi ki, Allahu ekber kebirayı okumaya başladı. Yaklaşık 11 tekrar yaptıktan sonra selamun aleyküm diye sohbete girdi hoca.
Faezeh ile görüştünüz mü dedi ihtiyar bizim hocalara, faezeh ifrit cinlerin kabilesinden bizim eve giren sözcüymüş.
Evet dediler.
Yüzünüzü gösterdiniz mi dedi, bizimkiler yine evet dedi.
Anlaşmaya yanaşmadılar mı dedi.
Bizimkiler, anlaşmayı dinlemedi bile, beni göstererek ya onu alırız ya hepinizi dedi, dediler.
Ben dayanamayarak, hocam Allah razı olsun, bizi kurtarmak için mi ezanı erken okudunuz dedim.
Ben okumadım dedi. Ben köyün 4 günlük misafiriyim, size yardım eden hoca köyün geri kalanı ile tepenin arkasına yürüdüler saklanmak için. Vazifem bitmeden bu köyü terk edemem.
Vazifesini sorunca; Allah bilir, kader yazar biz uyarız dedi.
Bu gece bu köyden iki ölü çıkacak, ben onları yıkayıp gömeceğim, benim görevim bu dedi.
Hocanın iki kişi ölecek bende yıkayıp gömeceğim demesi ile bizim birbirimize bakmamız bir oldu.
O an herkes kendi canının derdine düştü.
Beni kurtarmak artık konu dışıydı, asıl önemli olan kendini kurtarmaktı. İki hocanında giriştiği bu olaydan ne kadar pişman olduğu yüzlerinden okunuyordu.
Ben o gece beni öldüreceklerine emindim, çünkü benim için geliyorlardı ve ben ölene kadar bitmeyecekti.
hocaya sorduk, hocam bir yolu yordamı yok mu diye.
Hoca yukarı bakıp, o yazdıysa biz bozamayız dedi.
Bir ara çıkıp koşup kaçmayı düşündüm. Ama o insanların benim için yaptıklarından sonra bu düşünce, sadece düşünce olmaktan öteye gidemedi.
Hoca bizi bir eve soktu, gusüllerinizi tazeleyin, abdestinizi alıp tövbe namazınızı kılın dedi. Davud'u çağırın o da alsın abdestini dedi.
Hoca uzun boylu ve uzun cübbeliydi. Yüzünde ifade yoktu, ne korku veriyor ne de huzur ve cesaret verebiliyordu, sadece bilgi vermek için orada gibiydi.
Davud köydeki hiçbir evin kapısına sığamadığı için hep beraber bahçede oturduk. Davud cebinden 6 tane hurma çıkardı. Hurmalar yumruk büyüklüğündeydi.
O kadar açtım ki, bir ara yerdeki nanelere kopartıp yemiştim. Ama Davud'un verdiği hurmayı yiyemedim.
Hurmanın üzeri Davud'un derisi gibi çatlaklaşmıştır. Yanımda dursun açlığa dayanamayınca yerim diye cebime soktum.
Aradan bir süre geçince, hocanın bacağı kopan kan ağlayan kargası gezmeye başladı etrafta.
Bir süre kafamızın üzerinde turladıktan sonra yanımıza yanaştı. Belli ki Davud'dan çekiniyordu.
Hoca el edince hemen kondu yanımıza. Sol kanadındaki tüyler yolunmuş, kanadının altına keskin bir şey ile yazı gibi bir farsça şekil kazınmıştı.
Ben görünce şekli şok oldum, bu benim ilk ifritle karşılaştığım askeriyenin mutfağındaki yazılardan biri ile aynıydı.
Hoca o an bana, bunun şeytanı öven bir kelime olduğunu söyledi. Biz nasıl darda kalınca Ya Rab! diyorsak, karganın kanadında da Ya iblis! yazılıydı.
Cinler kargayı yakalayıp tırnakları ile hayvana acı çektirerek yazmışlar.
Gerçi hayvan diyemem. O an hoca bize bir şey itiraf etti. Bu karga, kafası koparılan al karısının hayatta kalan oğullarından birisiymiş.
Al karısını anlattığım yazımda dediğim gibi al karısının oğlu hayvan kılığında gezer. Bu karga hoca için değil annesi için geliyormuş. Annesini katlettiklerinde oğlunu da yakalayıp işkence yaparlarken okunan ezan kurtarmış onuda.