Bir Yıllık tedavi boşa gitmişti. Tam iyileştim diyecekken, tekrar bu illete tutulmuştum.
Eskisinden daha da çok bağımlıydım artık. Önceden zar zor bulup kullandığım uyuşturucuyu, şimdi daha da rahat bulup, rahatça içiyorduk.
Geceleri, dışarıya battaniyeleri serip, sabahlara kadar uyuşturucu kullanıp sohbet ediyorduk Rıfat'la. Sabahtan akşama kadarda ruh gibi dolanıyordum etrafta.
Bu durum amcamın gözüne çarpıyordu, fakat halsiz oluşumun, uyuşturucudan değil, uykusuzluktan kaynaklandığını sanıyordu. Ama halsiz olmamın tek nedeni madde kullanmamdı.
Bir gece yine battaniyeleri yere serip, üstünde esrar içiyorduk. Bu kez ipin ucu kaçmıştı, çok abartmıştım. Ömrümde hiç bu kadar içmemiştim bir seferde. Kafam davul gibiydi.
Zar zor kalkıp büyük salona gidip yattım. Orada kimse kalmıyordu, kimsenin olmadığı yerde uyumalıyım diye düşündüm.
Kanepenin üzerine uzandım. Başım çatlayacak derecede ağrıyordu. Ama uyumak zorundaydım, yoksa bu acıya dayanamazdım.
Ağrının ve uykusuzluğun verdiği yorgunlukla zorda olsa uyumayı başardım.
Belli bir zaman sonra güverteden tıkırtı gelmeye başladı. Hemen yerimde kalkıp, geminin ucuna doğru yürümeye başladım.
Her taraf zifiri karanlıktı, hiç bir yer görünmüyordu. Ama tıkırtı sesleri artmaya başladı.
Tam geminin ucuna yaklaşıp aşağıya doğru baktım. Aşağıda, geminin yanında orta büyülükte bir gemi duruyordu. Gemiden, bizim gemimize doğru, teröristler geçiş yapıyordu.
Hemen var gücümle bağırmaya başladım, lakin sesimi kimse duymuyordu.
Amcamların yattığı odaya doğru koşmaya başladım. Odada kimse yoktu. Diğer odalara baktım, orada da kimseler yoktu.
Neredeydi bu insanlar, nereye gitmişlerdi...
Korkumdan dilim tutulmuştu, bağırmaya çalışsam da, bağıramıyordum artık. En sonunda teröristler gemimizin içine kadar geldi. Ağır silahlı onlarca terörist...
Yanıma yaklaşıp, kolumdan tutarak sürüklemeye başladılar. Geminin tam ucuna götürüp ellerimi ve ayaklarımı bağlayıp ağzımı kapattılar. Başımda iki tane silahlı nöbetçi vardı. Diğer teröristler gemiyi didik didik arıyorlardı.
Kimse yoktu ortadan, gemideki bunca insan neredeydi, bir anda kayıplara karışmışlardı sanki.
Aşağı yukarı 1 saat sonra, topladıkları kıymetli eşya ile birlikte gemiden ayrılmaya başladılar, fakat yanımdaki iki nöbetçi hala başımda bekliyordu.
Hepsi gemiyi terk etmişti, başımdaki nöbetçilerden biri de yanımdan gitmişti. Tek terörist kalmıştı yanımda, oda silahını başıma doğrultup bir el ateş edip yanımdan ayrıldı.
Başımdan kanlar fışkırıyordu, her yer kan içinde kalmıştı. Can çekişme halimi görebiliyordum. Kurtulmak ümidiyle geldiğim gemide, ölüme koşuyordum...
Gök gürleme sesiyle yerimden sıçradım. Kan ter içinde kalktım.
O anki sevincimi anlatamam. Evet çok kötü bir kabus görmüşüm...
Hemen yerimden kalkıp lavaboya gittim. Elimi yüzümü güzelce yıkayıp dışarı çıktım.
Dışarıda aşırı derecede yağmur yağıyordu, sanki gök delinmiş gibiydi. Şimşeğin ışığı her tarafı gündüzmüş gibi aydınlatıyordu, sesi kulakları sağır edecek seviyedeydi.
Dayanamayıp kendimi dışarı attım. Dışarıda öyle bir rüzgar vardı ki, ayakta durmak imkansızdı.
Yağmurun altında durdum öylece, gözlerimden yaşlar geliyordu. Saat ise gece yarısını çokta geçmiş...
Pişmandım, tekrar uyuşturucuya başladığım için. Bu illet yüzünden, tekrar kabuslar görmeye başlamıştım bile. Tekrar aklımı yitirme seviyesine gelmiştim... Resmen bitmiştim...
Aklıma ailem geldi, benim için uğraştıkları onca çabaları boşa gitmişti. Onların yüzüne nasıl bakardım. Nasıl yapardım bunu onlara...
Yıllar önce sevdiğim bir kız vardı, ansızın trafik kazasında yitirmiştim onu. Daha küçüktü öldüğünde, fakat sevmiştim küçük olsak bile.
Eğilmiştim yere, her yerim sırılsıklam olmuştu. Omzuma bir el dokundu. Kafamı kaldırdığımda, gördüğüm manzara; hem korkutmuş hem sevindirmişti beni.
Karşımdaki; trafik kazasında ölen sevdiğim insandı. Gözlerime inanamıyordum ama idrar edecek kadar aklım başımda değildi.
Elimden tutup beni kaldırdı yerden. Kabusta öldürüldüğüm noktaya doğru götürüyordu beni.
Kurtulacaksın, her şey bitecek, hiç ayrılmayacağız artık, diyordu bana bakıp...
Yüzünde, en son gördüğüm haldeki gibi masumiyet vardı. Ama gözleri, onun gözleri değil gibiydi.
Ne şimşek sesleri, ne rüzgarın şiddeti, ne de yağmur korkutuyordu beni.
Beni elimden tutarak, öldüğüm yere kadar götürdü. İyice kıyıya yaklaşıp, korkuluk demirlerinin dış tarafına çıktı. Elimden tuturak beni de çıkardım. El ele tutuşarak atacaktık kendimizi kara okyanus sularına.
Tam gözlerimi kapatıp atlayacakken, bir el kolumdan tutup, beni içeri çekti.
Kaç gündür merak ettiğim, fakat hiç göremediğim Murat abiydi bu...