Beni normal olarak gece boyu uyku tutmadı, ne olduğunu ne ile karşı karşıya olduğumu anlamaya çalışıyordum. Neden bunlar başıma geldi diye düşünüyordum.
Sanki rüya görüyordum, gerçek dışı onca şey oluyordu ki, karabasanlı bir rüya gibiydi. Böyle camdan boş Kosova dağlarına bakarken bir anda içeriden sanki boğazına bıçağı sapladığınızda kurbanlık öküzden bir son nefes çıkar ya, işte öle bir hırıltı ve bağırtı duyuyor gibiydim.
Bir anda hoca bağıra bağıra dua okumaya başladı, o an Davut'tan az önce bahsettiğim hırıltı geliyordu.
Elim ayağım boşaldı korkudan, artık akıl sağlığımı oynatmak üzereyken hoca geldiler diye bağırdı, beni geri çekip perdeyi örttü. Mutfağa koşup ekmek aldı, sonra bir bakır tasa su koyup ekmekleri içine atıp Davud'a verdi.
Davud'dan tarif edilemeyecek bir hırıltı çıkıyordu, sanki o kadar sinirlenmişti ki tam bağıracakken biri onu gırtlaklıyor gibiydi.
Davut ekmekleri alıp üzerilerine farsça bir şeyler söyleye söyleye dışarı çıktı.
Hocam ne oluyor diye sordum. Hoca bana abdestli misin diye sordu. Sonra elime bir dua verdi ve bunu devamlı oku dedi. Boynuma muska tarzı bir şey taktı.
Hoca hemen içeri, az önce namaza durdukları odaya koşup, beni divana oturttu, baş parmağı ile alnıma bastırıp bir şeyler okumaya başladı.
Hayatımda ilk defa korkudan ağladığımı hatırlıyorum.
Namaza durulan oda da pencere yoktu. Bizim az önce bulunduğumuz odanın penceresi bir taş ile kırıldı. Biri uzaktan taş atıp camı kırmıştı. Ben korkudan hocanın bana verdiklerini bile okuyamıyordum.
Nutkum tutuldu konuşmayı bile beceremez hale geldim.
Hoca bizim oturduğumuz odanın önüne Davud'a verdiği bakır tasta ıslattığı ekmeklerden koydu. Birileri hayvanlar gibi kapıya vurmaya başladı, o an resmen içeri taş yağdırmaya başladılar, Ne var ne yoksa içeride ki her şeyi parçalamaya çalışıyorlardı sanki.
Hocam diyebildim sadece, bana sus dedi. Ne oluyoR hocam kurban olayım neler oluyor böyle diye yalvarmaya başlamıştım.
Hoca bana, seni almaya geldiler dedi. O an Davut içeri girdi.
Bizim odaya geldi. Hoca ile kavga eder gibi konuşuyorlardı.Davudu evin etrafına ekmek bırakırken görmüşler, okunmuş ıslak ekmeğe yanaşamıyorlarmış.
Beni öldürecekler demiş hocaya. Normalde Müslüman olmayan cinler ile, Müslüman olanlar arasında zaten bir husumet varmış, birde insan ile iletişime geçip yardım ediyor ise yakıyorlarmış evini. Dönersem beni yakalayıp yakacaklar demiş hocaya.
Ya beni verecekler ya da Davudu yakacaklar.Ben o an olanları kavrayamıyordum, olaylar sona erince anlatıldı hepsi.
O konuşmaların ardından Davut tekrar çıktı dışarı. Biz köyün dışındaydık, hoca Davudu gelebilsin diye derme çatma ev yapmıştı. İnsanların yoğun olduğu yere gelemiyor diye köy dışına yapmış evini.
Hocam askeri arayalım dedim. Kimsenin gücü yetmez bunlara dedi.
O ara çığlıklar duyulmaya başladı. Hayatımda hiç bu kadar kasvetli çığlıklar duymamıştım.
Davut köye koşup bir koç kaçırmış, sonra bunu parçalayarak kanını üzerine dökmüş. Müslüman olmayan cinler koç kanından nefret ederlermiş, yaklaşamazlarmış. Davut bunu üzerine sürüp Müslüman olmayan, beni almaya gelenler ile kavgaya tutuşmuş.
Çığlıklar öyle laneti öyle kasvetli ve rahatsız ediciydi ki, hocanın ağladığını gördüm. O an işte tamamen kendimden geçtim. Tek güvencem, bana destek veren gücün ne kadar korktuğunu hissediyordum.
O lanet çığlıkları dakikalarca duyduktan sonra, sabah ezanı saati gelince hoca cama koşup ezan okumaya başladı. O an çığlıklar bıçak gibi kesildi. Birkaç dakika sonra Davut geldi.
Sabah yerler ağarana kadar hocayla tartışır gibi konuştular. Davut, bu gece gelip burayı yakacaklar, geri dönersem beni de öldürecekler demiş.
Birkaç saat önce 3 cin gelmişler, ama akşam yüzlercesi gelir dedi. Burayı, gerekirse tüm köyü yakacaklar dedi.
Sabah güneş doğana hoca okumaya devam etti. Hocayla dışarı çıktılar ekmekleri toplamak için. Hocanın dediğine göre ekmekleri toplayıp uzağa gömmek gerekirmiş, cinler ekmeğin olduğu yeri ev sanıp oraya giderlermiş.
Hep birlikte dışarı çıkıp kıvırcık tarlasının bittiği yere ekmekleri gömdük. Hoca evde bir muska yazmıştı bunu da buraya gömdü.
Bu arada ben hala askeriyede iştimalarda var gözüküyordum. Komutan o kadar korkmuş ki, beni birlikte gösteriyormuş. Yani burada ölsem cesedimi bulamazlardı.
Hocam şimdi ne olacak diye sordum. Eve dönemeyiz dedi. Davut yüzünden şehre de inemiyorduk. Sultan tepesine çıkıp bir mağarada saklanalım diye düşündük.
Yardım istemek için Türk birliklerinin bulunduğu askeri alana gittik, amacımız bir araba alıp Sırbistan'a geçmekti. Hocanın bir tanıdığı varmış. Sırbistan ile Kosova priştine sınırlarına yakın yerlerde bu tür olayların çok sık olduğunu sonradan anladım.
Hocanın bahsettiği yakını, karısı lohusa dönemindeyken bir al karısı yakalamış zamanında.
Karısına musallatken yakalamış. O da derin bir hoca diyorlardı hep hakkında. Sırbistan da Rus'u, Sırp'ı, Makedon'u hep bu hocaya koşarmış derdi olduğunda.
O yardım eder anca dedi.
Askeriyeye gidip araç bulmaya karar verdik, önce Davud'u sultan tepesinde gizledik, sonra askeriyeye döndük.
Komutandan araç tahsis etmek zor olmadı, o benden daha çok korkmuş haldeydi. Sırbistan'a gidip gelene kadar uçuşa yetişmem imkansızdı. Burada kalsam gece katledilecektim. Uçuşu iptal etmekten başka şansım yoktu.
Devletin askeriydim, kafama göre araba ile ülkeyi terk etsem kaçak gözükeceğim. Elim kolum bağlı bir şekilde Sırbistan'a kaçmaktan başka bir çarem olmadı.
Aklımdaki sayısız sorudan sonra Davudu almak için sultan tepesine gittik. Davud'un arabaya sığması imkansızdı. Zaten gündüz olduğu için biz geceden ne kadar korkuyorsak o da gündüzden o kadar korkuyordu.
Sığındığı yerden çıkamadı. Hoca ile konuştular, o gece gelir bir yolunu bulur dedi. Biz yola koyulduk, ama Davudsuz ve tamamen savunmasızdık.