"Minesseytanirracim. Bis...."
Köy mezarlığındaki dev çınar tüm ihtişamıyla gözlerimin önündeydi işte. Bizim köyün çaylarındaki kurbağalardan, meralarındaki verimsiz topraklarına kadar her şey, teker teker aklıma geliyordu.
"Mafissemavati vemafil....."
Elinde kana bulanmış bardaklar, güya bulaşık yakamaya çalışan ve durmadan sırıtan buruşuk suratlı nineler. Sürekli tuhaf hareketlerle oynayıp, zurna gibi bir şey öttüren garip gölgeler...
Birden aklıma giriveren çirkin suratlar, sürekli haddinden fazla sırıtan, yaşını başını almış garip insanlar...
Lan dedim. Ne oluyor, neden bir türlü tamamlanmıyor bu dualar? Neden dua okumaya başlayınca, bunlar geliyor aklıma...
Evet, Hasan dedenin bana emanet bıraktığı günlük okunması gereken dualarım gidince, ben de bildiğim koruyucu duaları okuyarak uyumaya karar vermiştim.Ancak olmuyordu. Duaları tamamlayamadan aklıma; tanıdık, bildik veya tamamen yabancı, tuhaf tuhaf görüntüler geliyordu.
Kafam karışıyordu durmadan. Dualar bitmek bilmiyordu. Bitmedikçe sıkılıyordum, gittikçe boğuyordum, nefes alamaz hale getiriyordum.
Şöyle çıkıp güzel güzel hava alacak mekan da yoktu ki mahpushanede. Ancak ve ancak dua okumaktan vazgeçince gidiyordu kafamdaki çirkin görüntüler. Aklıma istediğim güzel görüntüyü getirebiliyordum.
Bari okumaktan vazgeçeyim, en fazla saçma sapan rüyalar görürüm, kimseye bir zararım olmaz. Ki zaten korkacak bir şey de yok. Yalnız da değilim, tüm koğuş erkekleriyle karı koca gibi aynı mekânda sabahlıyorum.
Hasan dede gitti gideli herkes işini gücünü salmış, bir disiplinsizlik alıp başını gitmişti. Her yerde leş gibi ter kokuları, ayak kokuları, yıkanmamış bulaşıklar, taaa tuvaletin içinden buraya kadar gelmeyi başaran leş gibi tuvalet kokusu...
Sahi, dedim bir an. Nasıl da unuttum? Kapısı kırıktı ya tuvaletin. Kim bilir ne zaman tamir edilirdi? Belki de hiç.
Hapishane müdürü, valiliğin cezaevi için ayırdığı ödenekle ceplerini doldurmaktan fırsat bulabilir mi hiç? Ki zaten bu lanet yerde düşmüşlerden başka gelip de bir göz atan mı var sanki...
Bu düşünceler içerisinde ranzamın tavanına, yani Bekir abinin yatağının alt katında yazan yazılara bakarak, derin bir uykuya ve kâbusa bıraktım kendimi...
***
Gene ne yapıyor bu Allah'ın delisi?" diye geçirdim içimden. "Hem de gecenin kör karanlığında?"
Deli Rıza, elindeki büyük balyozla, mezarlıktaki eski ve taşsız mezarlara bir şeyler çakıyor, elindeki kerestelerle mezar taşı yapmaya çalışıyor gibiydi. Mezarları da kazmıştı zaten...
Bir süre, garipsemek, anlamaya çalışmak; karışık, karma bir tavırla, seyrettim onu.
Bir an, ellerinde tutmakta olduğu keresteleri ikişer ikişer mezarlara çakmaya çalıştığını görünce, gevur usulü hac işareti yapıyor sandım, ancak biraz daha yakından izleyince durumun hiç de öyle olmadığını gördüm.
Çünkü Rıza, elindeki ikişerli olarak çaktığı tahtaları mezarların taşlarının olması gerektiği yere değil, mezarın tam ortasına, yani ölülerin göbeğine çakıyordu.
Yaklaştım yanına doğru. Ben yaklaştıkça balyozdan çıkan sesler kulağımı daha çok acıtıyordu. İyice yaklaşmıştım artık. Tam o sırada Rıza elindeki balyozu yere bıraktı. Göğsü inip şişiyor, aşırı yorgun olduğu belli oluyordu.