Başımı kaldırdığımda; karşımda, uzun bir dal sigara ikram ediyor vaziyette eli havada kalmış, fakat hala gülümsemekte olan kişi; mavi gözlü, kıvırcık saçlı arkadaşım Burak'tan başkası değildi.
İkram ettiği sigarayı koparırcasına alıp, hızlı hareketlerle yaktıktan sonra, bir yandan hızlı hızlı çekip körüklerken, bir yandan vücudumu nikotine doyuruyordum.
Seni mahkememde gördüm ve inan oldukça şaşırdım. Ne işin vardı orada? Diye sordum merak içerisinde.
Burak burnunu çektikten sonra tipik hareketini yaparak, yani bir yandan sigarasının dumanını üflerken, diğer yandan kederli kederli ufka bakarak cevap verdi:
Kardeşim mahkemelik olmuş, gitmese miydim yani?
İyi de ---
Burak sözümü keserek devam etti: Gerçek arkadaşlık bunu gerektirir. Bir dost sadece iyi günlerinde yanındaysa, kötü günlerinde, kötü zamanlarında yanında değilse, affedersin ama kardeşim, sokayım ben öyle dosta da, onun dostluğuna da.
Peki, madem, o zaman neden yanıma gelmedin? Neden birden ortadan kayboldun?
Sadece mahkemenin neticesini öğrenmek istedim. Herhangi bir şekilde yanına gelip, bir de ben canını sıkmak istemedim kardeşim..
Ne diyeceğimi bilemiyordum.
Burak cebinden mektuba benzer bir şey çıkardı.
Nedir bu? Diye sordum. Ağlamaklı gözlerle cevap verdi:
Babamın bizlere el altından, gizli kaçak yazdığı bir yardım mektubu.
Nasıl yani? Dedim hayretler içerisinde.
Zamanında para karşılığı bağladığım hastabakıcılardan biriyle haber yollamıştım babama. Babam konuşamadığı için, o hasta haliyle iki satır bir şey çiziktirmiş..
Ne olur kurtarın beni bu işkencelerden diye yazmış. İnanmıyorsan al bak oku...
Hıçkırıklar boğazımda düğümlenmişti. Ne diyeceğimi bilemiyordum, ne denirdi ki böyle bir durumda?
Babam acı çekiyor Rıfat. Dedi ağlamaklı bir sesle. Benim babam her gün tekrar tekrar ölen bir adam.
Tek bir nefeste bütün sigarasını bitirmeye çalışırcasına içine çektiği derin nefesten sonra, sözlerine ağlamaya başlayarak devam etti...
Annem, babamın acısından öldü gitti. Kardeşlerim yetim kaldı. Bu kadar acı hepimize yetti. Ben önemli değilim, biz önemli değiliz belki, çünkü katledilen bizler değiliz, babam...
Artik sigarayı falan bırakmış, neredeyse hüngür hüngür ağlıyordu. Nefes nefese kalmıştı.
Ne demek istiyorsun? Dedim. Bunlar çok ağır ifadeler Burak. Böyle söyleme be dostum..
Burak gözyaşları içinde yakama yapıştı, hemen ardından aşırı ciddi, soğuk fakat bir o kadar da vurgulu ve gür bir ses tonuyla: Yaşamadan bilemezsin, dedi.Uzun bir sessizlik oldu. En sonunda dayanamayıp sordum: Benden ne yapmamı istiyorsun peki?
Burak cevap vermedi.
Kardeş, sana diyorum.
Burak yaklaşık 5 dakika kadar sonra sessizliğini bozdu. Babamın ismi Altan Üzmez. Yaşlıca bir adam.. Senin bulunduğun binanın beşinci katında kalıyor. Yani senin odanın 3 kat üstünde.
Eee? Benden ne istiyorsun?
Burak en ciddi halini takınmış, kaşları çatık vaziyette gözlerini bana dikmiş, uzun uzun bu şekilde baktıktan sonra asil söylemek istediği şeyi açıkladı:
Babamı öldürmeni istiyorum.Ne! Ne!
Birden oturduğum yerden sıçradım. Şaşkınlıktan düşürüverdiğim sigara bacağımdaki pantolonu yakmış ve bir delik açmıştı. Şaşkınlık içerisinde Burak'a bakıyordum.
Sen ne dediğinin farkında mısın lan! Dedim hiddetle.
Bunu onun iyiliği için istiyorum, dedi Burak umarsızca. Her gün bir denek gibi, kobay bir fare, bir köpek gibi işkence görerek yaşamasındansa, ölmesi onun için daha iyi.
Hem ben ister miydim sanıyorsun babamın ölmesini?
Bir insanın bu kadar pişkince babasının ölümünü istemesi çok ağrıma gitmişti. Ne olursa olsun, iyiliği için bile olsa, ben asla babamın ölmesini isteyemezdim.
Burak sanki düşüncelerimi okumuşçasına, bilmiyorsun iste, dedi. Umarım hiçbir zaman da bilmezsin bu duyguyu.
Şimdi söyle, bana yardım edecek misin, etmeyecek misin?
Bu da ne demek oluyordu? Bir insan öldürmekten söz ediyorduk, üstelik kendi babası! Ona böyle bir hususta yardım edeceğimi nasıl düşünebilirdi!
Hiddetle bağırmaya başladım. O kadar istiyorsan git kendin gebert babanı! Seni 2 kuruş eder bir adam sanmıştım aşağılık herif! Bir daha da asla yanaşma yakınıma! Defol git!
Bana verdiği sigaraları yere fırlattıktan sonra, büyük bir hışımla hastaneye geri döndüm.
Onu polise ihbar edip etmemek arasında gidip geliyordum. Neticede bir cinayet planlıyordu, öyle veya böyle. Adam kafaya koymuş, öldürtecek babasını.Desene bu yüzden sokmuyorlar seni besinci kata... Diye mırıldandım kendi kendime.
Odama çıkar çıkmaz, sıkıştığımı fark ettim, hemen banyoya girdim. Uzun uzun işedikten sonra küvetin içinde bir kıpırdanma sezdim. Dikkatli bakınca bunun büyük bir akrep olduğunu anladım.
Evet, küvetin içinde sarı renkli ve normal ebatlarda bir akrep vardı.
Lan, dedim. Gece uyurken gelip sokmasın bu beni? Sanki afrikadayız, nasıl bir hastaneyse..
Hayvana yanaşmaya tırstığım için banyodaki işimi bitirir bitirmez ışığı kapattım ve kapıyı güzelce çektim.Tam yatağıma dönüp yatacaktım ki, yatakta bir resimle karsılaştım. Bir fotoğraf içerisinde ben ve sedef, 2006 yılında, köyde çaya yüzmeye gittiğimizde kızlar da çamaşır yıkamaya gelmişlerdi.
O zaman çekindiğimiz bir fotoğraftı bu. Ancak bu fotoğrafta benim olduğum kısmın üzeri karalanmıştı.
Yani biri veya birileri, sedefi bırakmış, benim üzerimi tükenmez kalemle bastıra bastıra karalamıştı.Bundan daha çok beni düşündüren şey, bende bile olmayan bu fotoğraf hastaneye ve bu yatağa kadar nasıl gelmişti?
Düşünüyordum, düşünüyordum fakat bir turlu bulamıyordum.