Hikaye; İnci Sözlük Sitesinden, Majestyk adlı yazardan alınmıştır. Hikaye yaşanmış bir olaydır.
Hikayeyi okuyupda etkilenmemek isteyenler, saat 22 den sonra okumasın. Ama ben okumak ve etkilenmek istiyorum, hatta bir ihtimal belamı bulmak istiyorum diyenler. Saat 2 ile 4 arası okuyabilirler.
İyi okumalar dilerim...
***
Yıllar önce askerlik görevi mi Kosova'da yaptım.
Ekim aynın başlarında askeriyenin mutfağından sürekli eşyalar çalındığını farkettik. Hiçbir şekilde yiyecek, içecek eksilmiyor sadece kazanlar ve kepçeler çalınıyordu.
Ulan kim ne yapıyor bunları diye düşünmeye başladık.
Askerliğini yapan bilir, koca kazanı askeriyede elini kolunu sallayarak girip alıp çıkamazsın.
Askerler çaldı desek alıp ne yapacak, satacak halleri yok diye düşündük.
Sonra mutfakta nöbet tutulmasına karar verildi. İlk 3 gece bir şey olmadı.
4. gece yani 17 ekim gecesi 3-5 arası nöbete beni yazdılar.
Sabaha karşı saat 3, ortalık ayazdan kırılıyor. Kosova burası her yer dağ taş, derken mutfağa girdim sinirle oturdum duvar yanındaki masalardan birine, kafayı da duvara yasladım. Ha uyudum ha uyuyacağım.
Bari iyice soteye gireyim de komutan gelirse beni uyurken görmeden ben toparlanırım dedim.
Soğuktan da uyunmuyor bu yerde. Tencereleri, kazanları, kepçeleri sayıyorum can sıkıntısından.
Sonra, kafama ufak çakıl taşı fırlattı birisi.
Etrafta kimse yok, arkamda ve sağımda duvar var, önüm zaten mutfağın içine bakıyor, bir tek giriş sol tarafımda var orada da kimse yok.
Yine bu sefer ikinci bir taş geldi omzuma.
Şerefsizini birisi beni korkutmaya çalışıyor herhalde dedim içimden.
Mutfak askeriyenin içinde, dışarıdan siviller taş atamaz, kimseninde içeri sızıp bana taş atmaya yüreği yetmez.
Kesin bizim koğuştakiler benimle oyun oynuyor derken, kafama bir taş daha geldi. O ara silaha sarıldım. Dışarı çıkıp kontrol edeyim dedim, ama nöbet yerini de terk edemiyorum. Kafamda senaryolar kuruyorum, kesin ben dışarı çıkınca mutfağa girip kazanları çalacaklar diye.
Önce içeride biri varmı diye kolaçan ettim ışıkları yakıp. Sonra dışarı çıkmadan nöbetteki askerlere bağırdım giriş kapısından. Askerin esas nöbet yeri bizim yukarımızda kalıyordu, o oradan her şeyi görüyor diye bağır bağıra sorayım dedim, ama nöbet yerinde uyuya kalmış. duymuyor beni.
Etrafta kimse yok, sürekli taş atıyor birileri, ama kim atıyor göremiyorum.
Duvarın arkasına saklandım, taş gelmesin diye. İçeri biri girse silahla kafasını yaracam şerefsizlerin. Durmadan caydırıcı ateş gibi, sürekli kapılara pencerelere taş fırlatıyorlardı.
Sinirden uyarı ateşi açacağım, ama kosovadayız nato birliği dibimizde, komutan özellikle uyardı. Bir uyarı ateşi açsam günlerce onun hesabını veremem, yani gözüm yemedi ateş açmaya. Ama taşların ardı arkası kesilmedi.
En son bir tencere kapağını siper edip dışarı çıkayım dedim. O kadar sinirliyim ki bulsam yatırıp boğacağım şerefsizin çocuğunu diye içimden geçiriyorum.
Taşlardan birini aldım elime, önce etrafı kolaçan edip sonra nöbetçiye yaklaşıp taş atıp birini uyandıracam, o arada mutfağa koşup hırsızları kıstıracam diye plan yaptım.
Önce tencere kapağını aldım. kapak zaten bir metre eninde neredeyse zırh gibi kalkmıyor yerinden. Elime de bir taş aldım fırlatabileceğim kadar. Benim dışarı adımımı atmamla taş kesildi. Korktu kaçtı şerefsiz dedim içimden.
Yemekhanenin ışıklarını açık bırakıp, nöbetçinin yerine koştum arada 50 metre yok. Çakılı fırlattım uyansın diye. Uyanmadı. Bağırıyorum duymuyor.
Ortalığa da sis çökmeye başladı. Saat zaten 4.30'a geliyordu. Yani 30 dakika sonra nöbet devri var, zaten taşı atanlarda korktu kaçtı diye düşünüp mutfağa döndüm.
Işığını açık bıraktığım yemekhanenin ışıkları kapalıydı.
Önce nöbeti devredeceğim asker gelip ışıkları söndürdü galiba diye düşündüm. Şimdi beni yerimde bulamayıp komutana bilgi verir, nöbet yerini terkten ceza alırız diye tırsıp mutfağa koştum.
Bu sefer mutfaktan sesler geliyordu. Ortalığa 5 dakikada öyle pis bir sis çöktü ki, yemekhanenin kapısını göremiyorum.
İçeriden sesler geliyor. Heh dedim şimdi kıstırdım hırsızı.
Kapının hemen ağzında geldim. 30 cm önümü göremeyecek vaziyetteyim, içeri dalıp ışıkları yakacam, sonra büyük ihtimal silahı görünce teslim olur diye düşündüm. En kötü saldırmaya kalkarsa uyarı ateşi ederim sorarlarsa zorunda kaldım derim diye düşündüm.
İçeri dalıp ışıkları yakmak için şarteli kaldırmamla şartellerin atması bir oldu.
İçerde gürültü var, biri tencerelerle kazanları birbirine vuruyor, yemekhanede resmen kulak patlatacak gürültü var. Bir koğuş asker bir anda bağırsa o kadar ses çıkmaz.
Bu sefer karanlıkta tencerelerin oradan biri taş atmaya başladı. Yemekhaneye koşacaz diye siperlik aldığım tencere kapağını da uyuklayan nöbetçisinin orada bırakmıştım. İçeriden öyle bir taş geliyor ki suratıma, ileri adım atamıyorum.
Hemen geri çıktım kapı ağzına silahı içeri doğrultum, vurma emrim var teslim olmazsan ateş açarım diye bağırdım.
O an ki adrenalin öyle lanet bir şey ki, bir türlü dikkatimi toparlayamıyorum, ulan ya nato askerleri ibnelik yapıyorsa, herifler Türkçe'de bilmiyor, şimdi bir tanesini vurup başımıza bela almayalım diye düşünüyorum.
Kazanların olduğu yerler kapı arasında o kadar mesafe varken, öle bir taş atıyor ki silaha çarpıyor taşlar.
En azından nöbet değişimine 10 dakika kaldı. 10 dakika daha mutfakta tutarsam bu, iki kişi bunun ağzına tükürürüz dedim.
Ben bağırıyorum teslim ol diye, o taş atıyor durmadan. Yemekhanede kıyamet kopuyor.
50 metre ötedeki nöbetçi uyuyor hala. Yarın seni şikayet edecem şerefsiz dedim.
Bir ara ses kesildi. Pencereler yerden iki metre ve insan geçecek kadar geniş değil. Tek çıkış yolu benim tuttuğum kapı.
Taşı bitti herhalde dedim. İçeri daldığım anda bir şey ile burun buruna geldim. Daha doğrusu bir şey ile çarpışacak gibi oldum. O an silah patladı ani hareketle.
Yüzünü göremiyordum, öyle bir şey hayatımda görmedim. Hala anlatırken sesim ve ellerim titrer, saçmalarsam kusura bakmayın.
Uzundu boyu, resmen göğüs kısmına bile gelemiyordum yan yanayken. Yüzüne bakamadım, içerisi puslu göz gözü görmüyor.
Silah patladığı anca acayip bir ses duydum. Geri doğru kaçtı o devasa şey o ara.
Tam şoktayım, içeri nöbeti devralacak arkadaş girdi, şarteli kaldırması ile ışık yandı, ışık yandığında ikinci bir kere şok oldum.
Ortalık savaştan çıkmış gibi darma dağın, duvarlarda kırmızı ve siyahlar ile yazılmış acayip şekiller ve farsça yazılar.
Yerler çakıl tanesi, tencereler kullanılmaz hale gelecek gibi yamulmuş. Sanki içeride fırtına kopmuş, bir tabur asker kavga etmiş gibiydi.
Az önce yanmayan ışıkların şimdi yanması ayrı bir olaydı.
Silah sesini duyunca komutan hemen koştu. Sonradan söylediklerine göre benim o an şuurum kapanmış, rengi atmış. Revire almışlar kaskatı kesilmişim saatlerce.