Beyaz kafalar yüzlerini kafese dayadı. Tüylerim diken diken bir halde bu iki acayip yüzü inceledim.
İnsan gibiydiler ama bir farklılık vardı. Tenleri bembeyazdı ve solgun bir ışık saçıyordu. Allahım! Göz bebekleri ve burunları yoktu.
Anlaşılır bir dilde konuşmaya başladıklarında donup kaldım:
- Güneş dünyadan.
- Kayıp yolcu.
- Yutan'a hediye.
- Korku yok.
Kemik parmaklıkları kaldırıp iki kolumdan tuttular. Karşı koymaya gücüm yoktu. Kaygan zeminli tünelde ilerledik.Taş basamaklardan indik. Yüksek tavanlı geniş bir odaya geldik. İçeride bu yaratıklardan onlarcası yüzünü bana dikmişti.
Beni odanın ortasına bıraktılar ve çevremde bir halka oluşturdular.
İnsan sesinden çok, acı çeken bir hayvanın sesine benzeyen bir sesle konuşmaya başladılar.
Söylediklerinden bir şey anlayamıyordum. Hepsi birdenbire sustu ve diz çöktüler.
Hep bir ağızdan: 'Yutan! Yüce Yutan!' diye bağırmaya başladılar.
Yaratıkların arasından başında parlak taşlar olan üç memeli bir yaratığın bana yaklaştığını fark ettim.
Önce uzun uzun yüzümü inceledi sonra soğuk eliyle saçımı okşamaya başladı. Bir yandan da iniltili sesiyle konuşuyordu:
'Kayıp yolcu.
Doğru yerdesin.
Doğru zamanda.
Güneş yalancıdır.
Yalan gözlerinde.
Gece gerçektir.
Gece hamiledir.
Muhteşem gece.
Raza hyinhyin.
Derin yalancı.
İçin gerçektir.
Gerçeği gör.'