Çalıştığım iş yerinin daimi bir müşterisinin kızıyla evlendim. Önceleri hemen herkesin yaşadığı flört dönemlerini yaşadık, tabii bu durum iş yerimin patronları tarafından fark edilince işimden kovuldum.
Neyse bir kaç ay sonra artık evlenmiştim. Ancak eski iş yerim durumun ciddi olmasına rağmen beni tekrar işe almadı.
İşsiz geçen uzun süre boyunca, artık burada doğru dürüst bir iş bulup ailemi geçindiremeyeceğimi anladım.
İşlerimin hep kısa süreli olması ve bir de çocuğum olmasından dolayı sorumluluklarım çok daha fazla artmış ve iş aramak için memleketime gelmiştim.
Yaklaşık 15 – 20 gün iş aradım ama maalesef en sonunda düşük bir ücretle işe başladım. Bu maaşla, çatısından yağmur damlalarının aktığı bir evi, düşük fiyatlı olduğu için tutmak zorunda kaldım.
Kaldığımız yerde akşamları çoğunlukla ki bazen sabahları da Texas filmlerindeki gibi sürekli silahlar patlıyordu.
Bu sıkıntılı yaşam koşullarında bir çocuğumuz daha dünyaya geldi. Ben eşimi ve çocuklarımı çok seven ve sürekli onlar için kendimi parçalarcasına hayatın zorluklarına katlanan, dini inancı bütün, fakat gereklerini tam olarak yerine getirmeyen birisiydim.
Kendimi sizlere yeterince tanıttığımı düşünüp, artık yaşadığım olaylara anlatmaya başlıyorum.
Evimizin camından bakınca yaklaşık 1-1,5 km kadar uzaktaki ormanı görüyoruz. Ormanda sürekli yangınlar çıkar, evimizin önünden itfaiyeler hızla ormana giderdi.
İlk başlarda bunun insanların kazara veya bilinçli olarak yaptıklarını düşünürdüm. Çünkü bazen ormanın eteğinde çıkan yangınların yerinde hemen gecekondular yükselirdi.
Eşime bir gün hadi ormana gezmeye gidelim, çocuklarla piknik yaparız dedim. Elimize yiyecek birkaç şey, küçük oğlumun eline bir top ve büyük oğlumun eline tahtadan daha önceden yapmış olduğum sapanla orman gittik.
Eşim yiyecekleri yere serdi. Çocuklarla biraz top oynadıktan sonra, yemek yiyebilmek için yanına oturduk.
Oturduğumuz yer düz bir zemin olmadığı ve biraz dik olduğu için yan yana oturmuştuk. En sağda küçük oğlum, yanında ben, benim diğer yanımda eşim ve onun öbür tarafında ise büyük oğlum, şeklinde dizilmiştik.
O sırada büyük oğlum sapanını bana uzattı ve "hadi karşıdaki ağacı vurma yarışması yapalım," dedi.
Çok iyi bir sapan kullanıcısıydım. Bende, "sen o ağacın gövdesini vur, bende en üstteki tek başına ayrılmış dalı vurayım," dedim, eşitlik sağlamak adına.
Elime minik bir taş parçası aldım ve nişan aldım. Tam fırlatacağım sırada birden bire kuvvetli bir rüzgâr ve ormanın uğultusu çıktı.
Rüzgârın bitmesini bekleyip taşı fırlattım ve aynı anda ağacın dalını vurduğumu gördüğüm halde, 2 çocuğumda birden bire çığlıklar atarak ağlamaya başladı.
Ne olduğunu anlamak için çocuklarıma baktım; küçük çocuğumun kafası arkadan yarılmış, büyük çocuğumun ise kolunda büyük bir yarık ve her yerleri kanlar içindeydi.
Eşim, "ne yaptın sen" dedi. Ama hayır ben taşı ilerideki ağaca fırlatmış ve hatta onu vurduğumu görmüştüm.
Zaten imkânsız bir şekilde küçük çocuğumun başı arka taraftan yara almıştı. Yine oturma şeklimize bakılırsa ondan sekip gelen taş bana ve eşime değmeden diğer çocuğumun koluna gelemezdi.
Bu bütün fizik kurallarına aykırıydı. Etrafa bakındım bizden başkada kimse kesinlikle yoktu.
Ama o sırada kanlar içindeki ve feryat ederek ağlayan çocuklarımın durumundan dolayı hiç lafı uzatmadan küçük oğlumu kucaklayıp doğruca hastaneye koşturdum.