Dedemin bu sözlerinden sonra moralim iyice bozulmuştu. Allah kahretsin dedim ve hemen yatağıma döndüm. Yorganın içine oturdum ve içimden dua okumaya karar verdim.
Daha besmeleyi çekemeden yine aynı sesi duydum. Sanki birisi cama taş atıyordu. Cama çarpan ses, bir taş sesi gibiydi. Hemen dışarı baktım ama ortalıkta kimseler yoktu.Yukarıdaki takırtılar iyice artmıştı, sanki çatının üstünde birileri futbol maçı yapıyor diye düşünmekten kendimi alamadım.
Yatağımdan çıkıp ışıkları yaktım, dedemleri uyandırdım. Ne oldu oğlum dedi dedem.
Dede, bu yukarıdaki sesler nedir? Bütün gece uyutmuyorlar beni.
Farelerdir evladım, bir şey yapmaz onlar sana, sen yat uyu dedi.
O an biraz olsun için rahatlamıştı.
Demek bunca zaman boşuna tırsmıştım bu seslerden. Gittim yattım, gözlerimi kapattım. Uykuya hazırlıyordum bedenimi, gevşemeliydim biraz, iki günde inanılmaz yorulmuştum.
Güzel bir uyku çekmenin tam sırasıydı. Güzelce dinlenmeliydim. Biraz uyumuşum her halde, fakat nedense uyuduğum uyku yarım yamalak geldi. Sebebini anlayamadığım şekilde dinlenememiştim, her yerim ağrıyordu.
Ne kadar uyuyup uyumadığımı bile bilmiyordum. Gözlerimi açtım, hava hala karanlıktı. Hava karanlıktı karanlık olmasına, ama garip bir aydınlık vardı pencerede.
Gözlerimi ovuşturduktan sonra iyice dikkat kesildim. Bu ışık, kesinlikle ama kesinlikle, sağa sola sızan sarımsı, kulübe seklindeki mühürlü tuvaletin loş ışığıydı.Heyecanla yattığım yerden doğruldum ve koşarak odadan dışarı fırladım. Saatin kaç olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ara odada yerde yatan kimse yoktu, ama yerde battaniyeler vardi.
Çıldırmak işten bile değildi, fakat buna ayıracak vaktim yoktu şimdi.
Derhal bahçeye çıktım, karşımdaki kulübenin ışığı hala yanıyordu.
Önce oraya gitmeli miyim, yoksa bana inanmayan amcamı mı uyandırmalıyım... Bir türlü karar veremiyordum. En kötü karar, kararsızlıktan iyidir diye düşündüm ve kulübeye doğru koşmaya başladım.
Fakat koştukça içimdeki korku artıyordu.Yine gelmişti o tuhaf üşüme. Kulübeye varmaya az kalmıştı, hava hala karanlıktı, ışık çayır çayır yanıyor ve her zamankinden daha da belli ediyordu kendini. İçeride kesin biri vardı, yani biri olmak zorundaydı.
Korkularım beni esir almıştı, daha fazla yaklaşamıyordum, çünkü neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. O anda aklıma odunluğa girmek geldi.
Dedem keseceği kadar odunu kestikten sonra kullanacağı odunları ve baltayı her ihtimale karşı ambara kilitlerdi. Hemen koştum, ambarın kapısını zorladım, fakat açılmıyordu.
Bütün gücümle tekmeler savurmaya başladım. Sonunda kapının kilidi takıldığı yerinden çıkmıştı.İçeri girer girmez baltayı kucakladım, fakat tam dışarı çıkacakken kapının kapalı olduğunu fark ettim, zorladığım halde açamadım.
Kapının dandik kilidi üzerime kapanmış olmalıydı. Sanki bütün dünya bir olmuş, o lanet kulübeye ulaşamamam için el ele vermiş gibiydi. Ama bunların bir önemi yoktu, bu sırrı çözecektim.
Elimdeki balta ile gerekirse ambarın tahta kapısını parçalayıp çıkacaktım bir şekilde. Tam baltamı kaldırdım ki, tahtaların arasından bahçede tuhaf bir şeyin yürüdüğünü fark ettim.
Tavuk desem değildi, çünkü o kadar küçük değildi. Ayrıca iriydi, ama çok kısa bir şeydi. Yuvarlak değildi, ama elleri ayakları varsa bile hiç görülmüyordu, kafası yok gibiydi. Ya da ben ne olduğunu anlayamadım.
Köpek değildi, çünkü çok daha hızlı ve ritmik yürüyordu. Resmen tek tek adim atıyordu, fakat o kadar hızlı ilerliyordu ki, attığı adımlardan ayaklarını seçebilmek mümkün değildi.
Hava tam olarak zifiri karanlık değildi, aşırı koyu mavimsi bir renk vardı havada, o yüzden hiçbir şey kolay kolay seçilmiyordu.Hızlı yürüyen şey birden kayboldu.
Çok tuhaf, koşarak gelen bir şeyin aniden kaybolması beni ürkütmüştü. Birkaç dakika boyunca yerimden kımıldayamadım, gelen giden var mı, yok mu diye yerimden çıkamıyordum.
Hayvanlar sürekli ses çıkarıyorlardı; Horoz durmadan ötüyor, köpekler havlıyordu.Birden korkunç bir açıyla irkildim, attığım çığlık neticesinde bütün hayvanlar kapalı ambar kapısına doğru baktılar.
Ellerimden kayan balta ayağıma düşmüştü, sol ayağımında öyle korkunç bir acı vardi ki, acıdan gözlerimi açamıyordum.
Koskoca baltayı nasıl düşürdüğümü düşünürken, birden ellerimin ne kadar terlediğini, hatta boynumdan sırtıma sırılsıklam olduğumu fark ettim.
Gözlerim hala kapalıyken ve öfkem tavan yapmışken bütün gücümle kapıya sağlam olan ayağımla bir tekme atarak kapıyı kırdım ve dışarı çıkmayı başardım.Yerdeki baltayı aldım, topallaya topallaya kulübeye gidiyordum. O kadar çok topallıyordum ki, her topalladığımda düşmenin eşiğine geliyordum.
Artık kulübeye çok yaklaşmıştım. Tam vardım demişken birden sabah ezanı okunmaya başladı. Bütün hayvanlar tekrar coştu, sağa sola kaçışmaya başlayan hayvanlara bakmak için arkamı döndüm.
Asıl şoku ise, sadece 10 saniye kadar sonra tekrar önüme döndüğümde kulübenin ışığının artık yanmadığını gördüğümde yaşadım.
Kafayı sıyırmak üzereydim... Kim bilir, belkide çoktan sıyırmıştım...