Ağaç kavuğundan çıktım. Dışarısı karanlıktı, ama ay ışığının ziyası görüş açımı sağlıyor, nerede ne var görebiliyordum.
Alasa, hangi yöne gideceğiz dedim.
Dümdüz devam et, her türlü o eve çıkacaksın. Bu yol seni eve götürecek dedi.
Üzerine taşlar dizilmiş dümdüz yolda, yavaş yavaş koşmaya başladım. Bu yol özenle yapılmış, güzelce taşlarla dizilmiş, hiç sağa sola sapmayan, dümdüz bir yoldu.
Koşarken kendimi kaptırdığımı fark ettim. Hızlı bir şekilde koşuyordum, nefes nefeseydim. Düz ve virajsız bu yol, beni fevkalade yormuştu.
Biraz daha koştuktan sonra, ağaçların arasından artık evi görebiliyordum.
Köyde herhangi bir ışık da yanmıyordu, sanki kimse yoktu.
Bir görünüp bir kaybolan, sadece dumandan ibaret olan Alas'a; şimdi ne yapmalıyım diye sordum.
Evin içine gir dedi sadece.
Ev o pis haliyle karşımızdaydı, ama biraz yanmış gibiydi. Üzerinde bir duman izi vardı. Birazı yanmışta, sonra sönmüş gibiydi.
İçeri girdiğimde Alas'a seslendim. Ne yapacağımı sordum, ama cevap veren kimse yoktu.
Yerimde kala kalmıştım.
Büyük bir gürültü, adeta bulutlar birbirine çarpıyor, gök gürlüyordu.
Çıkmak istedim, kapıyı zorladım, ama kapı açılmadı. O denli güçsüz çürük evin kapısı açılmıyordu.
Hemen diğer odaya girmek istedim. Yerde döşeli olan tahtalardan gelen gıcırdama
sesi ile çok daha ürkmüştüm.
Yalnız olduğum o seslerden belliydi, şimdi tek başımaydım. Alas'a defalarca seslendim. Ani bir şekilde tekrar yanımda belirdi.
Geliyorlar gitmem gerek, ben gelene kadar evden çıkma. Evi araştır, neyin seni bu duruma soktuğunu öğren dedi ve gözden kayboldu.
Diğer odaya geçtiğimde, gözlerime inanamadım. Bedenim, o iki büklüm haliyle, (ilk kalp krizi geçirdiğim zamanki şeklimle) odanın içinde duruyordu.
Onun yanına, yani kendi bedenimin yanına gittim ve ona dokundum, buz gibiydi. Nefes almakta zorlanıyor, can çekişiyordu.
Daha önce yaşadığım şeyleri, şimdi dışarıdan izliyordum.
Alasa seslendim. Çığlık atıyordum, bağırıyordum. Ne bu, nerede bıraktın beni, ne yaptın laan bana.
Bedenimin yanında fotoğraflar ve fotoğrafların çıktığı kitap... Birde defterimsi eski bir kağıt vardı.
Gökyüzü adeta patlıyor gibiydi o an, ufak pis camdan bunu fark edebiliyordum. Çarpışma oluyordu sanki.
Ormana baktığımda, evin kenarlarında o resimlerdeki varlıklara benzeyen cisimler vardı, çok hızlı bir şekilde evi turluyorlardı.
En az 20-30 tane vardı. Dışarıda bekliyorlardı, fakat içeri giremedikleri belliydi.
O an sakin olmalıydım. Bedenimi düz bir şekilde yatırdım. Vücudumda çeşitli yanık izleri ve semboller kazılıydı. Bunların ne olduğunu tahmin etmek mümkün değildi.
Kitabı elime alıp içini açtım, birkaç tane daha resim vardı. Bunlar Abdullah'a ve babası gibi bir bireye ait fotoğraflar değildi. Başta verdiğim cin tasvirini içeren fotoğraflardı.
Bu fotoğraflar, o eski defterin içinde, ayrı, sanki yırtılmış şekilde duruyordu.
Aniden bir sarsıntı ile bedenimin yanına doğru bayıldım. İki beden yan yanaydık. İki beden bir ruh gibi.
Gecenin ardında, neler olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu.
***
Gözlerime süzülen ışık hüzmesiyle uyandım. Sabah olmuş, hava aydınlanmıştı. Evin pis kokusu ve karanlığı hala oradaydı.
Yavaş yavaş doğruldum, dün gece olanları hatırlıyordum tek tük. Hemen vücudumu ellerimle kontrol ettim, sapasağlamdım.
Etrafıma baktığımda, oda da yalnızdım. Benden başka kimse yoktu, diğer bedenim de kaybolmuştu.
Vücudum da kırmızılıklar vardı, ama herhangi bir yara izi, ateş izi yoktu. Sanki uzun süredir uyuyor gibiydim, çok acıkmış ve bitkin düşmüştüm.
Üzerimde Abdullah ile kulübenin yanına giderken giydiğim elbise vardı.
Yoksa, burada...
Aklımı kaçıracak gibi oldum. Ne zamandan beridir buradayım. Hastane, hastanede yaşadığım olaylar bir rüyadan mı ibaretti yoksa.
İlk bu eve girdiğimde, yani Abdullah'ı kaybetmiş ve eve ilk girdiğim zaman uykuya yatmıştım, onun uyanışımıydı bu.
Büyük bir korku ve düşünce ile neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.