Eve vardığımda, çok bitkin bir haldeydim. Hem bedenen, hemde ruhen yorulmuştum. Kendi halinde yaşayan bir insanken; altın derdine düşmüş, uykuları kabusa dönmüş, hayatı mahvolmuş bir insan haline gelmiştim...
Gözü görmeyen ama kalp gözü açık olan hocanın sözleri, hala aklımdaydı.
Birde yarım akıllı, deli murat vardı... bazen hikaye, bazen şiir yazardı... Oda hep şunları diyordu...
Kimisi Şöhretin peşinde.
Kimisi Mülk, kimisi Makam.
Ömrümüz, sonun başında.
Azrail alacak intikam...
Ne kadarda vazgeçmek istesem de, para hırsı gözümü kör etmişti. Yine kabus görürüm korkusuyla uyuyamıyordum. Ama dayanamayıp uzandım yatağa. Uyuya kalmışım.
Sabah oldu, her yerim tutulmuş, zor bela kalktım yataktan.
Yıllık izinde olduğum için işe de gitmiyordum.
Akşam yine başımıza ne gelir acaba, diye düşünürken zil çaldı. Kalktım kapıyı açtım. Kapıda; Halil, Akif ve Akif'in bahsettiği hoca vardı, içeri buyur ettim.
Halin'in elinde, iki kangal sucuk ve 4 tane ekmek vardı. Kamil, şunları bir hallet de keyfimize bakalım, bu gün züğürtlüğümüzün son günü dedi.
Gülüyorlardı, ben mutfağa giderken. Yanında getirdikleri kılıksız adamın sayesinde, Altınları rahatça çıkaracağımızı sanıyorlar.
Kahvaltıyı hazırladım, güzelce yedik, sofrayı kaldırdım.
Akif'in getirdiği hoca konuşmaya başladı. Ama hiç gözüm tutmadı onu. Yüzünde iki üç tel sakal, Gözleri açık mavi. Yürürken de hafiften topallıyordu.
Cinler, gömüyü çıkarmanıza mani olmuş. Tahminime göre, orada çok büyük bir hazine var, ve hazineyi gömenler Zuzula cinlerinden yardım istemiş.
Zuzula cin kabilesi, sahiplendiği hazineyi bırakmaz. Hazineyi alabilmek için, Cuhenna Cin kabilesiyle iş birliği yapacağım, iki cin kabilesini çatıştırabilirsem, altınları rahatça alırız.
Ama yapacağımız bu iş çok tehlikeli, kesinlikle gömü yerinde kur'an veya dua falan okunmayacak, abdest almayacaksınız, üzerinizde muska falan olmayacak dedi.
Halil hemen cebindeki muskayı gösterip, hocaya uzattı. Hoca muskaya bakıp, bunu kim verdi size dedi. Halil'de falanca köylü, kör hoca verdi dedi.
Kör hocanın adını duyan hoca, kızgın bir şekilde, neden ona gittiniz, bu muskalar falan bir işe yaramaz diye bağırmaya başladı. Benden makas istedi. Getirdim makası.
Makas ile muskaların tamamını kesip parçalara ayırdı. Sonra çöpe attı.
Benim gözüm bu adamı hiç tutmamıştı. Ama arkadaşlar getirdiği için bir şey diyemedim.
Hava kararana kadar oturduk bizde. Akif ve Halil, çıkacak altınla neler yapacağını hayal ediyor, hacada getirdiği eski kitaptan bir şeyler yazıyordu.
Nihayet hava kararmış, gitme vakti gelmişti.
Dördümüz Halil'in jip'e doluştuk. Halil ve Akif önde, ben ve hoca arkada gidiyorduk. Hoca sürekli elindeki kitabı okuyor, sağa sola üflüyordu. Kitap eski bir kitaptı, harfleri ne Arapça'ya ne de Latince'ye benziyordu, ilginç eski bir kitaptı.
Belli bir müddet gittikten sonra arabadan indik, bundan sonrası yine yürüyerek gidilecekti.
3-4 dk. Yürüdükten sonra, tepenin başında hoca durdu. Burada biraz bekleyelim, Cuhenne cin kabilesi ifritlerinden ASRAF, ordusuyla beraber buraya gelecek dedi.
Kitabı açtı bir şeyler okumaya başladı. Okudukça sesi gürleşiyor, ayağımızın altı titriyordu sanki.
Kendum isran duhaha el iblis, Kendum isran duhaha el iblis, Kendum isran duhaha el iblis. İsmen cenden cuhenna. Asfadin is usfedin ASRAF.
Gel neredesin ey Şeytanın oğlu. Gel neredesin ey Şeytanın oğlu. Gel neredesin ey Şeytanın oğlu. Cuhenna'nın ulu sultanı. Yardım et bunlara ASRAF.
Tepenin etrafını simsiyah bulutlar kapladı, buluttan ziyade simsiyah ateş dumanı... bunlar ateşten yaratılmış Cinlerdi...
Ve karşımızda, ASRAF vardı...