Haydi bakalım, doktor hanım seni bekliyor dedi Ercan.
Ercan'ın bu sözleriyle oturduğum yerde irkildim. Dur yahu, sigaramı bitireyim.
Olmaz, vakit yok dedi.
Dün geceden doldurmuş olduğum, depresyon testi kıvamında sorular barındıran kağıdımı yanıma aldım.
Ercan, cebinden çıkardığı sakızları bana uzattı. Al at bunları ağzına, kül tabağı gibi kokuyorsun, ayıp olmasın doktora.
Yanımda Ercan, önümde hademe Ekrem abi, Hilal hanımın odasının yolunu tuttuk. Tam kapıyı tıklayıp içeri girecekken, bu sefer de hademe Ekrem'in müdahalesiyle karşılaştım.
Çıkarsana yahu ağzındaki sakızı, ayıp değil mi?
Fesuphanallah çektim ve kapıyı tıkladıktan sonra, doktorla ikinci seansımıza başladık.
Söyle bakalım, bu gariplikler ne zamandan beri oluyor?
Bu yaz, köye adımımı attığım günden beri, dedim. Hayatım altüst oldu, kabuslarım hayatımı yaşanmaz kılıyor..
Bunlar gayet normal şeyler, dedi doktor Hilal gülümseyerek.
Peki rahatsızlığımın ismi nedir doktor hanım? Sorunum neymiş tam olarak?
Doktor, kalın çerçeveli gözlüklerini çıkardı.
Önemli, kayda değer bir sorunun yok. Ancak seni uğurlamadan önce, biraz daha sohbet etmek, seni bir müddet daha burada misafir etmek isteriz, tabii senin için de bir sakıncası yoksa.
Elbette yok, dedim. Her yer cezaevinden daha iyidir diye düşündüm.
Görüşme, beklediğimden de kısa sürmüştü. 25 dakika içinde sonlanmış ve şimdi odama doğru gitmek üzere kapıdan çıkıyordum.
Koridora çıktığım anda Ercan'ın ortalıkta olmadığını gördüm. Soracak kimse de yoktu. İşin doğrusu, odama dönmeyi hiç mi hiç istemiyordum.
Fırsat bu fırsat deyip bahçeye çıkmak istedim. Çünkü suçlu muamelesi gördüğüm için, geldiğimden beri dışarı çıkamamıştım.
Zemin kata indim. Hastane tıklım tıklımdı. Rüyamdaki kilitli kapıyı açarak dışarı çıktım. 3 katlı minik bahçe havuzuna kadar yürümeye karar verdim.
Yalnız halde yürümek, açık havada gezinmek, nefes almak, ne kadar güzel şeyler bunlar, diye geçirdim içimden.
"Bu kadar temiz hava yeter" dedim ve Ercan'ın verdiği sigaralardan birini çıkarmak için elimi cebime daldırdım, ama sigaralar odamda kalmıştı.
Yukarı çıkacak olsam bir daha bahçeye çıkamayabilirdim. Odamda kaldığını bildiğim halde son bir umut aranmaya devam ettim, arada sürekli küfrediyordum.
Havuzun başındaki bankta, simsiyah saçları kıvır kıvır, benim yaşlarımda bir genç oturuyordu.
Hayrola kardeşim, ateş mi lazımdı? Dedi.
Yok, dedim. Sigaram bitmiş..
Al benden yak dedi.
Hay Allah razı olsun senden..
Bankta elemanın yanına oturdum.
Ben Burak dedi.
Bende Rıfat..
Memnun oldum Rıfat kardeş. Hayrola bir yakının mi hasta?
Yok, ben hastayım dedim.
Hadi ya geçmiş olsun, neyin var?
Ah, onu bir bileydim. Keşke bir bileydim..
Burak, masmavi gözleri, bembeyaz bir yüzü olan yakışıklı bir gençti. Fakat her daim yüzünde beliren bir acı, bir somurtkanlık vardi.
Yaralı bir Sibirya kurdu gibiydi, kendisine düşmanlık edene havlamayordu, ısırmıyordu, fakat bakışlarıyla ısırmaktan beter ediyordu.
Hayrola, Karadeniz'de gemilerin batmış gibi bir halin var kardeş. Senin neyin var söyle bana...
Burak, sigarasından derin bir nefes çektikten sonra cevap verdi: Babam... Babam bu hastanede.
3 ay bile yaşamaz, ölür dedi doktorlar. Ama 3 yıl oldu hala bu hastanede, çıkışını alamıyoruz bir türlü.
Zamanında doktorların uyguladıkları bir tedaviye cevap vermiş galiba, ya da onun gibi bir şey..
Ama daha sonra işler ters gitmiş, bu yüzden nasıl olsa ölecek diye üzerinde türlü türlü ilaçlar deniyorlar, denek olarak kullanıyorlar babamı.
Burak derin derin somuruyordu elindeki sigarayı. Sigarayı ağzından hiç ayırmadan içiyordu.
Dudaklarının kenarından ağır ağır yanaklarına süzülen dumanın arkasından, masmavi gözleri
parlıyordu.Peki neden buradasın? Neden babanın yanına gitmiyorsun? dedim.
Babamı neredeyse 1 yıldır göstermiyorlar bize. En son görevlilerden birini kafalamıştım, o benim için bir fotoğrafını çekti.
Fotoğrafı gördüğüm andan beri her gün ölüyorum.. Hem de her gün..Gözleri doldu, hala yanmakta olan sigarasını tek yumruğu içinde sıkıp buruşturdu.
Nasıldı babanın resmi? diye sordum, şaşkınlık ve merak içerisinde.
Burak kıpkırmızı olmuştu.
Üzerinde denemedikleri kimyasal kalmamış, rengi sapsarı olmuş, normalde olması gerektiğinden kat be kat yaşlı görünüyor! Vücudunda dökülmedik tüy bile kalmamış..
3 yıldır bu şekilde benim babam bir kobay!
Kanım dönmüştü, söyleyecek tek bir kelime bile bulamıyordum.. Bu kadar acı çeken birine ne söylenebilirdi ki?
Bir an kendi sorunlarımı fazla büyüttüğümü, aslında benim dertlerimin zerre kadar önem teşkil etmediğini düşündüm. Saygıyla karışık bir acıma duygusu hissediyordum ona karşı.