Ertesi sabah herkesten geç kalktığım için kahvaltıya en son ben katıldım. Kuzenlerle havadan sudan konuşuyorduk, dun geceki olaydan bahsetmek istedim, ama belki dalga geçerler diye üzerinde durmamaya karar verdim.
Bütün gün köyün arka bahçesinde maç yaptık. Köy yine aynı köydü, bu kadar paranoyayı boşuna yaptığıma inanmaya başladım.
Aksam olunca malum bahçede gözleme yaptılar, en sevdiğim şey hemen yumuldum, mis gibi yedim afiyetle.
Sonra bizim kuzen, tuvalete gitmem lazım, benim gözlemeyi tutar mısın dedi.
Tamam dedim. Bu koştura koştura bahçenin sağ tarafına gitmeye başladı. Lan dur, nereye gidiyorsun dedim?
Tuvalete dedim ya dedi.
Lan tuvalet şurası değil mi? Dedim, dün geceki kulübeyi göstererek.
Kuzen gülümsemeye başladı, dalgamı geçiyorsun kuzen?
Kuzen daha fazla beklemeden tuvaletine gitti. Ben yanımdaki insanlardan da cesaret alarak, ağır adımlarla malum kulübenin yanına kadar gittim. Uzun uzun seyretmeye başladım.
Kapının üzerinde dev gibi bir mühür vardı, yani X şeklinde iki tahta çakılmıştı. Başka bir şey falan da yoktu.
Neye bakıyorsun??
Birden irkildim. Yanımda amcam gülümsüyordu.
Niye baktın buna bu kadar?
Amca, bu nedir Allah aşkına? Dün gece ışığı yanıyordu.
Amcam güldü, burası bizim bahçeye ait değildi, önümüzdeki şu yıkıntıyı görüyor musun? İste orası Serfin yengenin eviydi, kadıncağız ölünce biz de bahçeyi genişletiverdik. Bu da kadıncağızın eski tuvaleti.
Üç senedir kapalı, yıkacaz zaten bunu, artık işi yok burada.
Amca, dün gece ışığı yanıyordu, kapısında da mühür falan yoktu dedim.
Yanlış görmüşsündür oğlum, olur mu öyle şey dedi.
Donakaldığımı hissettim. Ama asıl sürpriz, ellerime bakınca ortaya çıktı. Elimdeki gözlemelerin yerinde yeller esiyordu.
Ne yapmak istediğini bilmez bir şekilde, alelacele sağa sola koşturmaya başladım. Delirmek üzereydim. Bahçedeki herkese tek tek, defalarca kez sordum, ama herkes gözlemelere ne olduğunu bilmediğini söyledi.
Bir bardak tuzlu ayran içip, sakinleştikten sonra olayı kuzene anlattım. O da bir anlam veremedi.
Herhalde düşürdün bir yerde, önemi yok dedi.
Bir sigara ver madem de içelim dedi.
Cebimden paketimi çıkardım, iki marlboro uzun yaktık ve yürümeye başladık. Biraz dolaşıp hasret giderelim madem dedi kuzen. Beraber büyüdüğümüz için kardeş gibiydik. Bizimkilere haber verdikten sonra derhal yola koyulduk.
Yolda yürürken kuzen: Bak, orada herkesin içinde söylemek istemedim ama, ben de birkaç anormal olay yaşadım, o yüzden günlerdir huzursuzum. Her gece kabus görüyorum, sebebini bilmiyorum dedi.
ÖSS'yi bir türlü tutturamadım, bu sene de olmayınca bizimkiler surat yapıyor, sanırım onun stresinden dedi.
Tam ne gibi kabuslar? Diyecekken, karşıdan bir traktör sesi sözümü kesti. İlyas amcam (köyün bakkalı) komşu köye gidiyordu. Bizi alelacele çağırdı, çabuk gelin lan benim tarlanın boruları patlamış yardım edin dedi.
Hemen koştuk, traktöre atladık. Aslında benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu, gecenin köründe kapkaranlık tarlada ne işim var benim, şehirde büyümüşüm anlamam etmem. Zaten tırsıyorum, ama ses çıkarmadım, çünkü aksi halde oradan eve tek başıma dönmek zorunda kalacaktım.
Kör karanlıkta gidiyorduk. Patikalardan zar zor geçiyordu. Tam İlyas amcaların tarlaya vardık ki, traktör istop etti. Marşa basıyor basıyor ama çalışmıyor. Traktör çok pis bir yerde kalakaldı.
İlyas amca: Tamam kalsın burada, iki adımlık yol zaten, önce acil olanı halledelim, sonra traktörün çaresine bakarız dedi.
Her şey daha da kötüye gidiyordu ve çok hızlı geliniyordu. Cep telefonların ışığını yaktık, tarlanın ortasına doğru gidiyoruz.
İlyas amca eski topçu, hızlı hızlı gidiyor. Kuzen de köy çocuğu, at gibi koşuyor. Bir tek ben sigara içtiğimden midir nedir geride kaldım.
Kuzen arada arkasını dönüp, hadi oğlum koş, borular mahvedecek bütün hasılatı diye acele ettiriyordu, ama ben yerimden kıpırdayamıyordum. Bacaklarıma kramp girdi diye düşündüm.
Kuzen gittikçe kayboluyordu. Bir süre sonra, sadece silueti görünmeye başladı. Derken tamamen kayboldu.