Hapishanenin kapısından dışarı çıktığım o anda, sanki daha önce hiç nefes almamışım gibi, alabildiğim kadar oksijeni içime çekiyordum.
Meğer özgürlük ne kadar güzel bir şeymiş... Tabi ellerimde kelepçelerle söylüyordum bunu.
Özgür olduğum fala yoktu, sadece bir nebze de olsa rahatlamıştım. Ruhum dinginleşmiş, gözlerim, yüzüm, tenim, hayat bulmuştu..
Askerlerle bir jandarma jipine binip, tahmin ettiğimden çok daha kısa sürecek bir yolculuğa koyulduk.
Çanakkale devlet hastanesine vardığımız anda askerler, kollarımda kelepçeler olduğu halde, sanki her an kaçabilecek bir zanlı, bir katilmişim gibi sıkı sıkıya tutuyorlardı.
Ferah ve iç açıcı bir hastaneydi burası, en azından bir hastane ne kadar ferah olabilirse, burası da o kadar ferahtı.
Ortamda keskin, ağır ilaç kokusu, suratları beş karış doktorlar, hademeler ve elbette ölüm kuyruğuna girmiş; mr, tomografi kuyruklarında daha teşhisleri bile konulamadan can veren gariban hastalar..
Beni hiç oyalanmadan psikiyatri odasına götürdüler. Uzun müddet dışarıda bekletildikten sonra, askerlerin hastane yönetimine, başhekime, başhekim yardımcısına ve benimle görüşecek doktora.... Benim hakkımda; kimim, neyim, neciyim, ne amaçla buraya geldim gibisinden bir takım ön bilgiler verdiklerini görüyordum.
Her şeye rağmen parmaklıklar ardında olmamak inanılmaz güzel bir duyguydu.
Haydi kımılda!
Erlerden iyi davranmayan, şerefsiz olanı beni çekiştirerek merdivenlere itti.
Burası ikinci katmış. Merdivenleri, askere inat ağır ağır çıktıktan sonra psikiyatrist Hilal hanımın odasının kapısına vardık.
Asker kapıyı tıkladı ve uzun zamandan sonra ilk defa normal biriyle konuşacak olmanın heyecanı içerisinde, odaya ilk adımımı attım.
Gel bakalım, Hoş geldi...
Güler yüzlü bir doktordu Hilal hanım, içten bakışları, cana yakın tavırları, insanın içini ısıtıyordu.
Profesör veya onun gibi bir unvanı olduğundan herhalde, hafiften yaşını başını almış bir hanımdı, ama gerçekten çok içten ve kafa dengi biriydi.
Şöyle otur bakalım..
Hilal hanımın hiç bitmeyecek gibi duran gülümsemesi, acaba konuşmanın sonunda da bu halini koruyabilecek miydi?
Hiç sanmıyorum, dedim kendi kendime.
Anlat bakalım, nasılsın, hayat nasıl gidiyor?
Konuşmak istiyordum aslında, anlatmak istiyordum her şeyi, olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla.. Ama cesaret edemiyordum ki..
Açıkçası birisi bana yaşadıklarımı, gördüğüm rüyaları anlatsa, dalga mı geçiyorsun diye şamarı yapıştırırdım her halde.
Hilal hanım birden gülümsemeyi bırakıp ciddileşti. Konuşmak istemiyorsun herhalde?
Lan bir de şöyle bir şey var dedim kendi kendime, eğer konuşmazsam beni cezaevine geri yollarlar. En kötü kabusumu anlatmak bile, sessiz durmaktan iyidir dedim.