Selam millet, Hayırlı Cuma'lar ☺️ Bugün günlerden Cuma ve ben geldim. ☺️ Güzel haberi veriyorum telefon aldım ve telefonuma kavuştum, bölümler eskisi gibi akşamları gelmeye devam edecek, takipte kalın ☺ Evet açıklamayı da yaptım, bölümü bırakıyorum ve kaçıyorum ☺....&....&....&...
İnstagram;
Official hesap; Ekncoglusema
Hikaye hesabı; ladynoktahikayeleri....&....&....&...
Devam eden diğer hikayelerim;
Hülle & Heyvbanû
İki hikayeme de göz atmayı unutmayın ☺️Keyifli Okumalar 🌺
Oy vermeyi ve Yorum yapmayı unutmayın 🌺
Bölüm 27 - Part 4
Aydıncık'tan sonra ise Silifke'ye geldim ve hâlâ da oradayım. Dönmeme sadece birkaç gün var.
Silifke; 'in komutanlarından ve Suriye Krallığı'nın kurucusu Selevkos I Nikator , şimdiki Taşucu'nun olduğu yerde, İonluların "Holmi" adıyla kurduğu koloniyi ele geçirip halkını da kıyıdaki (Akliman)'dan 12 km içeriye bugünkü Silifke'nin bulunduğu yere yerleştirmiş ve "Selevkos'un Şehri" anlamına gelen kentini kurmuş. Selevkos I Nikator'un kurduğu 9 adet kendi adındaki şehrin adını devam ettirdiği Seleucia, Helenistik dönemde Selefkoslar ve Ptolemeos (Mısır) krallıkları arasında sıkça el değiştirmiş. MS. 395 yılında ikiye bölünmesinden sonra yönetimine giren Seleucia, varlığından dolayı önemli bir hac merkezi durumuna gelmiş. ; Silifke'deki Gazi Çiftliği'ni yeni gelen Yunanistan leri arasında paylaştırmış. Ayrıca çok tanınmış biri olan tüccarı, fabrikatör de Silifkeli olup sahip olduğu çok geniş meyve bahçesi ve arazisi, sonra kamulaştırılıp bir bölümüne yapılmış, geri kalanına ise aileler yerleştirilmiş. Bodossaki; daha sonra İstanbul'daki ünlü 'ni satın alarak sahibi olmuş. Kıbrıslı aileler ise 1930'lu, 60'lı ve 70'li yıllarda gelmişler. Silifkeli ise mübâdele ile birlikte 'da yeni kurulan, bugün iline bağlı, kıyısındaki (Yeni Silifke) adlı kasabaya yerleştirilmişler. Kasaba nüfusu, bugün 3.000 civârında. O yıllarda Silifkeli lideri, Yusufaki Tiryâkidis imiş. Silifkeli ise Bucaklı Mahallesi'nde kalabalık bir cemaat hâlinde yaşamakta idiler ve "Dilek Kayası" denilen mevkide bir kiliseleri varmış. 'nda yaşanan sokak çatışmalarını takiben üzerinden 'a gittikleri bilinmekte. O yıllarda Silifke Ermenilerinin lideri, imiş.Günümüzde, çok eskilere dayanan şehir merkezinin tarihi dokusu tahrip edilmiş. Kaya mezarları ve Roma döneminde yapılan anıtsal yapılar üzerine betonarme yapılar kondurularak eski şehir yok edilmiş. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ili merkezi (1924-1933) olan Silifke, 1933'ten sonra Mersin ili ile birleştirilerek adı İçel konulan ilin ilçesi haline getirilmiş. Ayrıca Silifke'ye eskiden döneminde "Selefkos" denildiği için bazı turistler Silifke yerine hâlâ bu ismi kullanırlar. Silifke ilçesini (Kalykadnos) ırmağı ortadan ikiye ayırmaktadır. Göksu Irmağı'nın denize ulaştığı ve bu deltada oluşan ve , dünyanın önemli kuş toplanma merkezlerinden ve sulak alanlarından biridir. Bu nedenle ilan edilmiş. İlçeye bağlı beldesi sınırları içinde bulunan koylar; nın üreme bölgesiymiş. Akdenizin önemli tatil beldelerinden olan (Atakent) ve ; Silifke'ye bağlı. Silifke Kalesi Tespitlere göre Helenistik veya erken Roma dönemine ait olduğu anlaşılan kale, geçirdiği onarım ve değişiklikler sonucu bugün bir Ortaçağ kalesi görünümündedir. Silifke'ye hakim, 185 m yüksekliğinde bir tepe üzerinde yapılmış olan ve etrafı kuru hendekle çevrili oval biçimdeki kalenin içinde kemerli galeriler, su sarnıçları, depolar ve diğer yapı kalıntıları bulunmaktadır. Ünlü gezgin Seyahatname'sinde, 17. yüzyılda 'nin 23 burcu olduğunu, içinde bir cami ve 60 ev bulunduğunu yazar. Ancak, burçların bir kısmı ve kale içi tamamen yıkık durumda olduğundan bunun tam tespitini yapmak mümkün olmamıştır. Hâlen görülebilen 10 adet burç mevcuttur. Tarihi köprü şehir merkezinin ortasından geçen Göksu (Kalykadnus) Nehri'nin üzerindedir. MS 77-78 yıllarında Kilikya Valisi L.Octavius Memor tarafından dönemin imparatoru ve oğulları Titus ile Domitianus adına yaptırılmış olduğu 1870 yılında yapılan bir onarımda bulunan taş kitabeden anlaşılmaktadır. Yedi gözü bulunan ve Roma uygarlığı örneklerinden biri olan , Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde onarım görmüştür. Modern dönemde(!) yapılan yol düzenlemesi neticesi köprünün 3 ya da 4 gözü yok olmuştur. MS 2. yüzyılda yapılmış olduğu anlaşılan tapınağı 5. yüzyılda planında önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları orijinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14'er, kısa kenarında 8'er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10 m boyundaki Korint başlıklı bu sütunlardan bugün sadece biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda yerdedir. Tapınağın çok sayıdaki mermer sütunları 'nin bahçe eklemesinde, anıt tabiri kullanılan alanda ve bazı evlerin bahçe kapılarında süsleme olarak kullanılmak üzere, sütun tabanları ve sütun üstleri resmî daireler ve ikametlerin bahçelerini ve Kapı önlerini süslemek için yerlerinden alınmıştır. 1980 yılında Kültür Bakanlığı'nca başlatılan kazı çalışmaları son bulmuştur. MS 5. yüzyılda yaşamış tarihçi Zosimos "Tapınak, ovadaki ürünlerine musallat olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon'dan yardım isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon'un gönderdiği kuş sürüsünce yok edilince O'na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır" diyorsa da Zeus adına yaptırıldığı da söylenmektedir. Silifke Kalesinin eteğinde, kalma bu su deposu 46 m uzunluğunda, 23 m genişliğinde ve 14 m derinliğinde olup, içine doğu köşesindeki helezonik merdivenle inilmektedir. Sarnıç, bütün bir kaya parçasının hayret verici bir şekilde anılan ölçülerde oyularak oluşturulmuştur. Anadolu sarnıç mimarisinde örneği az görülen Tekirambarı su sarnıcının tüm duvarları su sızmasını önlemek ve ayrıca anıtsal bir özellik vermek için düzgün kesme taşlarla desteklenmiştir, alan uzun kenarında 8; kısa kenarında 5 yuvarlak kemerli niş oluşturulmuştur. 1980 yılında Kültür Bakanlığı'nca şehir merkezinde yapılan bir kazıda, gymnasium olabileceği tahmin edilen "opus-sectile" tekniğinde yapılmış renkli mozaik tabanlı bir mekân ortaya çıkarılmıştır. MS 2. yüzyıl Roma dönemine ait olduğu belirlenen bu kalıntıda ayrıca üzeri yazıtlı iki heykel altlığı ile 2 m boyunda başı kopmuş mermer bir imparator heykeli de bulunmuştur. Heykelsiz altlıkların biri üzerindeki yazıtta Silifkeli T. Aelius Aurelius Maron adındaki bir güreşçinin başarıları anlatılmaktadır. Mozaik tabanın ortasında bulunan 1,80 m çapındaki mermer levhada sekiz satırlık bir kitabe vardır. Burada, mermer konuşturularak bir onarım anlatılmakta ve şöyle denilmektedir: "Zamanın aşındırdığı ben taban döşemesini, kadınların sultanı, Ares-sever Zenon'un eşi, düşünceleri ve yaptıklarıyla fevkalade bir insan olan Paulina cömertçe süsledi ve ilgisini esirgemedi benden. Yaşlılık nedeni ile etkileyici özelliğimi yitirmiştim; oysa şimdi bu akıllı ve kusursuz kadın sayesinde mermer süslemeler içinde daha da ışıldıyorum ve külfetli bir yaşlılıktan sonra gençliğe geri dönüyorum". Aya Tekla 'nın Konya'da yaymak için gittiği sırada ona yürekten inanan bir kızla tanışır. Bu kız 'dır. Pavlus inancını yaymak için 'a doğru yola çıktığında Aya Tekla'ya da Silifke ve yöresini Hristiyanlaştırması görevini verir. Bu yüzden de Silifke'ye gelerek bugün "Meryemlik" denilen yerdeki mağara kilisede yaşamaya başlar. Önce halk tarafından benimsenmez fakat çeşitli ilaçlar yaparak Silifkelilere derman olmaya çalışır ve başarılı olur. Günden güne kazandığı güçten ve artan taraftarlarından çekinen ve korkan Silifke'nin ileri gelenleri 'yı öldürtmeye karar verirler. Bütün gücünü bekaretinden aldığına inandıkları üzerine dört beş tane serseri gönderirler. Fakat serseriler mağaraya girdiklerinde Aya Tekla üstündeki büyük beyaz şalı onların üstüne atarak bir anda gözden kaybolur ve bir daha da gören olmaz. Rivayete göre Aya Tekla'nın bulunduğu mağaradan çıkan gizli bir yol bir tünel vardır ve buradan kaçıp gizlenerek kurtulmuştur. 'dan sonra gizlendiği yöredeki gizli Hristiyanların kilisesi olmuş daha sonra Hristiyanlığı kabul edince de mağara üstüne büyük bir inşa edilmiştir. Bugün hâlen Aya Tekla mağara kilisesi dünyanın ilk kiliselerinden biri olup dünyasının da hac yerlerinden biridir. Eski Aya Tekla ikonası ve tablosu 'a kaçırılmıştır.
Silifke'deki otelde işim bittikten sonra ki bunun için bir iki günüm var diye tahmin ediyorum, Bodrum'da, Kuşadası'nda, Kemer'de, Alanya'da ve Fethiye'de bulunan otellerde birçok personel rotasyon görmüş Bodrum'un yöneticisi bir süreliğine buraya gelecekti. Tüm otellerde işleyişi ayarlamış ve tıpkı okulda bir öğrenci eğitir gibi personellere notlar ayarlayarak onları dağıtarak işlerin ilerleyişinin pürüzsüz olmasını sağlamıştı. Sık sık denetlemeler yapıp, iki yıl boyunca olan çöküşe engel olunacaktı, denetleme görevi Bodrum'un yöneticisinde olacaktı. Değişimler yapılmadan önce anlaşma yapılmış tüm firmalar ile ilişiği kestim, Andıç'ın Bursa'da bağlantı kurup anlaşmalar yaptığı firmalar ile burada da anlaşarak onlardan stok teminleri yapılacaktı.
Tüm bu düzenlemeler dile döküldüğün de ne kadar çabuk ve ne kadar kolay gibi gözükse de tüm bu süreç boyunca oldukça yorulmuştum, müsabakadan önce her şeyi düzgünce halledip çöküşü engellemek için zihnimi patlatmam, müsabaka da paslanmış bir şekilde kalmamak için her gün düzenli olarak bedenimi çalıştırmam, insanlarla görüşüp onlarla tartışmalara girmem, sözlerime kulak asmayanları disipline etmeye çalışmam bunları yapmak hiç kolay değildi. Üstelik çoğu kişi haksız işten çıkarıldığı için mahkemeye başvurmaya, otellerin adını skandallara karıştırmaya çalışmışlardı tüm bunların yanı sıra sürekli Furkan ve Tuna'yı rahatsız ederek onların da beni rahatsız etmelerine sebep olmuşlardı. En sonunda ise Furkan ve Tuna çareyi benim ve Bodrum yöneticisi Ahmet Bey ile Andıç hariç kimsenin telefonunu açmamakta bulmuşlardı. Gerçi Furkan istese gelebilirdi, onlarla konuştuğum da Tuna'nın dedesinin daha iyi olduğunu öğrenmiştim, ben geldikten üç gün sonra yoğun bakımdan çıkmış ve normal odaya alınmış. Tuna dedesi için endişeli olduğundan mütevellit dedesine en iyi hastanede bakılacağını düşünerek hastaneden taburcu olma işi oldukça uzatması sebebiyle otellerdeki tüm işlerden, değişimlerden uzaktı. Ama Furkan'ın uzak olmasını anlayamıyorum, sonuçta onun dedesi değil üstelik Furkan'ın Tuna'nın dedesini günahı kadar sevmediğini de gayet iyi biliyorum. Furkan bir bakıma sorumsuz bir insandı, işi savsaklamayı seven ve fırsatını bulduğu an işi bırakıp kaçma potansiyeli yüksek olan bir insandı. Onun bu huyunu Tuna varken törpüleyebiliyordu, ona işler yükleyerek zaman vererek işlerin yolunda gitmesini sağlıyordu lâkin şu an Furkan'la uğraşamayacağı için Furkan da işi savsaklıyordu.
Aslında onu tehditle veya kavga gürültü ile buralara getirip kontroller yapmasını, işini savsaklamasını engelleyip üzerine bir sürü sorumluluk yükleyebilirim ama yapmak istemediği için işlerini baştan savma yaparak beni yoracağının bilincinde olarak bunu yapmayı tercih etmemiştim. Bu sürecin benim için hem fiziken hem ruhen hem de zihnen yorucu bir süreç olacağını en başından biliyordum, bir de Furkan'ı işin içine katarak hem işi geciktirip hem de iki kat yorgunluk ile buradan ayrılmak istemedim. Kararımda ne kadar haklı olduğumu da görmüş oldum, Bursa'ya dönünce elbette Furkan'ı disipline etmesini bilirim ama benden daha etkili olan Tuna'yı öne atmak en iyisiydi. Eğer bir balık yakalamak istiyorsa bir insan balığı yakalayabilmek için ona bir yem atması gerekiyor öyle değil mi? Benim yemim de Tuna olacaktı, Furkan'ı yakalayıp dize getirebilmek için Tuna'yı kullanacağım. Zaten şu sıralar yavşaklığı üzerindeydi, sanki aramızda hiçbir şey geçmemiş, sanki onca hakareti bana eden o değilmiş gibi samimi konuşması, geçmişe ithaflar yapması dikkatimi çekmiyor değil ama uğraşmıyorum, Tuna ve onun aptal davranışlarından daha önemli amaçlarım ve işlerim var. Ona da ayağını denk aldıracağım ama bir süre ayıya dayı demek gerekiyor öyle değil mi? Furkan'ın yularını elime alana kadar dayılık yapsın bakalım, tüm otelin yuları Furkan ile elime geçtiğin de Tuna'nın da dersini elbet vereceğim.
İntikam almak bir müslümana yakışmıyordu ama içimdeki duygulara engel olamıyorum, iki yıl önce gördüğüm muamele, duyduğum cümleler, hissettiğim duygular beni kamçılıyordu ne kadar kendimi vazgeçirip sadece paramı düşünmeye çalışsam da içimdeki öfke beni intikam için güdülüyordu, özellikle de Tuna'nın geçmişe yaptığı ithaflar ve samimi tavırları daha çok güdülüyordu bazen öyle bir an geliyor ki elime bir sopa alıp yer misin yemez misin diyerek Tuna'yı duvardan duvara savurasım geliyordu ama ben bunu engellemek için tüm çabamı harcıyorum. Bir insana fiziksel zararı tacizci, tecavüzcü, dayakçı, gaspçı ve katil olmadığı sürece hoş karşılamıyorum her insanın içinde olan o hayvani dürtü ne kadar tetiklerse tetiklesin bu gruba girmeyen hiç kimseye fiziken zarar vermiyorum, ruhen veriyor muyum? Evet kimi zaman mobbing yaparak kimi zaman ise hareketlerim ile psikolojik olarak insanları yıpratabiliyorum bu da benim intikam almama yöntemim.
İki yıl önce ne olmuştu merak ediyorsunuz öyle değil mi?
Peki o zaman...
Hazırlanın
İki yıl önce olanları öğreneceksiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUHÂ
General Fiction|YETİŞKİN İÇERİK| "Uyandın mı minik ninjam?" diyen boğuk ses ile kapalı gözlerimi hızla açtım ve yine arkamı dönmeye çalıştım. "Ninjam?" diyen o boğuk ses ile gözlerimi kapattım ve kollarımın altında olan kollarına, kollarımı doladım. Bu sesleniş b...