Bölüm 7 - Part 4
Kan verme işlemi bitince Akçın yattığı yerde yavaş yavaş doğruldu. Elini tutarak odadan ayrılmaya başladık, Andıç hâlâ gelmemişti. Neden gelmediğini ise anlayamadım, şimdiye gelmiş olması lazımdı. Biz odadan çıkıp, Tuna'ların olduğu yere, ameliyathanenin önüne yeni varmıştık. Tuna oturduğu yerden hızla kalktı ve önce Akçın'a teşekkür etti, ardından da yerini ona verdi. Hayret centilmen olabiliyormuş demek ki, genelde katıksız öküz olduğu için böyle ince tavırları onda görünce insan şaşırmadan yapamıyor. Bir kere bile gittiğimiz restoranlarda bana sandalye çekmemiş biriydi sonuçta karşımdaki adam. Her neyse!
"Nasılsın? Daha iyi misin?" diye soran Furkan ile kurşun atan gözlerimi ona çevirdim. Şu an kalbim M16'ydı ve gözlerimde namlusundan çıkan bir kurşundu. Beynim komutu her an verebilirdi, bu da Furkan'ın zararınaydı.
"İyi!" dedim dövercesine, benden aldığı ters tepki ile sustu ve önüne döndü. Şöyle yola gel! Ben Akçın'ın tepesinde elini sıkı sıkı tutarken, Tuna'da yanımda dikiliyordu, ne halt etmeye tepemde bende bilmiyorum. Furkan benim korkuma bu tarafa bakmıyor, Tuna'nın sevsekreteri gözlerini bizden ayırmıyor. Tanımadığım kadın ve adam geldiğimden beri suskun ve robot gibiler, dayı ve yenge ise fısır fısır, fısıldaşıyorlardı. Dayısı pasif, yengesi ise bildiğiniz fesat şeytandı! Benim en merak ettiğim, Tuna'nın dedesi o kadını nasıl gelin diye almıştı. Tuna'nın dayısından birkaç kez annesi ile ilgili bir şeyler duymuştum ve tüm bu duyduklarım da kadın melek gibiydi, buna keza babası da aynı şekilde çok iyi bir adammış. Dedesi neden o fesat kadını kabul etmiş anlamadım doğrusu. Benim Tuna ile sevgili olduğumu öğrendiğinde bana az şeyler yapmamıştı. Ahahah eski Türk ve yeşilçam filmlerindeki gibi gelip bana; "Tuna'yı bırakmak için kaç marka çanta istiyorsun?" diye sormuştu. Biri duyarsa diye önlem alıyormuş, para derse yanlış anlaşılabilirmiş ama çanta derse hediye olarak algılarlarmış. Tuna'nın yengesine o kadar düşkün olduğunu sanmıyorum ama yine de yengesini sevdiğini duymuştum birkaç kez. Annesi ve babası öldüğünde, yengesi ona bakmış, büyütmüş. Bu yüzden kadına vefa borcu var. Evleneceği kadının da yengesine saygılı ve sevgili olmasını istiyormuş bunu da laf arasında ağzından kaçırmıştı. Sevsekreterini görünce hiçte yengesine saygılı olacak bir tip gibime gelmiyor açıkçası.
Ben düşüncelerime dalmışken "Geldim!" diyen Andıç ile gözlerimi ona çevirdim.
"Nerede kaldın? Bir problem mi var?" dedim merakla. Gerçekten de merak etmiştim.
"Telefonla görüştüm, o yüzden geciktim kusura bakmayın!" dedi mahcup bir sesle. Önemli değil dercesine elimi salladım ve elindeki poşete uzanıp aldım. İçinde gördüğüm meyve sularından birini çıkarıp açtım, pipetini de yerleştirdikten sonra Akçın'a uzatıp içirmeye başladım. Elimden almaya çalışsa da ona az evvel Furkan'a attığım bakışları atınca bu sevdadan vazgeçti. Benim meyve suyunu içirmemin keyfini çıkardı. Meyve suyu bitince, meyveli keki çıkardı ve açıp yedirmeye başladım. Elimle minik lokmalara bölüp ağzına koyuyordum. Milletin içinde ayı gibi dalmaya lüzum yoktu öyle değil mi? Kekte bitince bu defa suyu çıkardım, minik yudumlarla suyu da içirdikten sonra rahat bir nefes aldım. Kendine gelip toparlayacaktı Allah'ın izniyle.
Neredeyse yarım saat geçmişti ve sonunda ameliyathaneden iki doktor, üç hemşire çıkmıştı. Hemşireler ve doktorun biri ayrılırken, diğer doktor kaldı. Siyah saçlarında ara ara beyazlar vardı, sakalı yoktu ve Karadenizli olduğunu belli eden bir burnu vardı.
"Akif Bey'in yakınları?" deyince Tuna öne çıktı. Diğerleri de ayaklandı tabi. Akif Bey'in durumunu merak ettiğimden ben de Akçın'ın elini bırakarak o tarafa ilerledim ve doktorun söyleyeceklerini bekledim.
"Hastamız geldiğinde kalp spazmı geçiriyordu. Yapılan tetkiklerin sonucunda hastamızın damarlarında tıkanıklık olduğunu tespit ettik. Siz yakınlarının da onayı ile ameliyata aldık ve tıkanık damarları stent ile tedavi ettik. Ameliyat başarılı geçti, herhangi bir komplikasyon oluşmadı ve hastanın durumu şu an stabil. Birazdan yoğum bakıma alacağız ve gözetemimiz altında tutacağız. Hastamızın bundan sonra yaşantısına dikkat etmesi gerekiyor, stresten, üzüntüden ve ani öfke krizlerinden uzak durmalı. Yiyecek ve içeceklerine dikkat etmeli. Bunun için zaten bir diyet listesi vereceğiz size. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar!" dedikten sonra Tuna'nın teşekkürleri eşliğinden oradan ayrıldı. Ameliyatın iyi geçtiğini duyduğumuza göre bizim burada kalmamıza gerek yoktu değil mi? Bizde artık hastaneden ayrılıp, mahalleye gidebiliriz. Akşam 21.00'de toplanacaklarını yazmışlardı gruba, saat ise henüz 15.00'ti. Trafik yoksa yarım saate eve varırdık, zorlarsam 20 dakikaya akşama kadar Akçın dinlenirdi, daha sonrada toplanmaya karar verilen Süheyla teyzenin evine geçerdik.
"Biz kalkalım artık, tekrar geçmiş olsun!" dedik ve Tunan'ın hem bana, hem Akçın'a ettiği teşekkürler eşliğinde oradan ayrıldık. Koridorda ilerlerken sağ tarafta bankta ağlayan bir kadın ve ona destek olan bir adam ile önlerinde elleri beyaz önlüğünün cebinde bir kadın duruyordu. Olayı anlamasam da kadının karnındaki eli ve gözündeki acı dikkatimi çekmişti.
"Bakın Feride Hanım, sizin sağlığınız riske atılabilecek bir konu değil! Bu yüzden size tavsiyem aldırmanız!" deyince olayı çaktım aslında. Kadın doktordu ve ağlayan kadın ise hamileydi, sanırım bebeğinde veya ağlayan kadında bir sıkıntı vardı. Doktorda bebeği aldırmasını tavsiye ediyordu, ne kadar zor bir durumdu ya. Karnında canından, kanından bir parça var, onu sevmişsin, ona tutunmuşsun ve senden onu çöpe atmalarını istiyorlar, söylüyorlar. Ne kadar acı verici bir durumdu, yaşamasam bile kadının hissettiği acıyı içimde hissettim adeta. Doktorun sözlerinden sonra kadının hıçkırıkları iyice arttı ve haykırışa döndü, kadının haykırışlarını görmek içimi acıttı. Fark etmeden gözlerimden bir yaş süzüldü, ne yapsındı bu kadıncağız şimdi?
"Hayatım sakin ol, kendine gel! Yine olur bebeğimiz! Yorma, yıpratma kendini! Hadi bir tanem, bak ben yanındayım, seni hiç bırakmayacağım!" diyerek on teselli eden adama da kaş çattım. Ne yani bebeği aldıracak mıydı? Nasıl bir saçmalıktı bu? Kendi kanından, canından olan ve sevdiğinin karnında can bulan, nefes alan o minicik varlığa nasıl kıyılmasına göz yumacaktı? Ha 1 yaşındaki, 10 yaşındaki çocuğu götürüp çöpe atmışsın ha da o minicik bebeği çöpe atmışsın, hiçbir farkı yoktu benim nezdimde. Kürtaja kesinlikle karşıyım, eğer bir bebek istenmiyorsa o zaman önlemini alacak ve korunacaktı. Önlemini alma sonrada gel aldır, tam bir cinayetti!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUHÂ
Ficção Geral|YETİŞKİN İÇERİK| "Uyandın mı minik ninjam?" diyen boğuk ses ile kapalı gözlerimi hızla açtım ve yine arkamı dönmeye çalıştım. "Ninjam?" diyen o boğuk ses ile gözlerimi kapattım ve kollarımın altında olan kollarına, kollarımı doladım. Bu sesleniş b...