RHAEGAL
Gözlerimi açtığımda garip bir yerdeydim, bir uçurumun kenarı gibiydi. Havada yanık ve ceset kokusu vardı, nerden geldiğini anlayamamıştım.
"Tessarion?"
Altın ejderham ile bağlantım kesikti, yürümeye devam ettim. Biraz ilerlediğimde, havadaki koku keskinleşti ve ağlama sesi gelmeye başladı.
Adımlarımın sayısını ve hızını arttırdım, çalıların arkasında ağlayan kırmızı saçlı küçük bir kız vardı.
Yanına gidip elimi omzuna attım."Hey sen iyi misin? Aileni mi kaybettin?"
Kız kafasını kaldırdı ve mavi gözleri ile bana baktı.
"Ailem..."
Titrek koluyla bana ileriyi işaret etti, önümüzdeki çalılar açıldı ve ilerde alevler içinde olan koca bir şehir vardı. Her yerde küller ve alevler... Gökyüzünde etrafı yakmaya devam eden gök ve kadim ejderhalar...
Küçük kız kalkıp bacağımı tutup çekiştirdi, ona döndüm.
"Her şey senin yeniden doğman içindi, neden benim ailem ölmek zorunda kaldı..."
Ölen insanların çığlıkları buraya kadar geliyordu, hepsinin bağırışları beynimde yankılanmaya başladı. Seslere dayanamadım ve dizlerimin üzerine düştüm, gözlerimden yaşlar kendiliğinden düşmeye başladı.
"Üzgünüm, üzgünüm, üzgünüm, üzgünüm."
Etraf siyah boyandı, dipsiz bir kuyuya düşmüş gibiydim. Aniden su sesine benzer ses gelmeye başladı, başımı kaldırdığımda üzerime doğru gelen bir kan seli vardı.
Selden kaçmaya çalıştım ama sel beni yutup derine batırdı, derine batıyordum. Her şey benim yüzümden miydi gerçekten? Benim doğumum o kadar kötü bir şey miydi? Neden doğmak zorunda kaldım ki...
Gözlerimi kapattım ve kendimi karanlığa bıraktım, belkide böylesi daha iyiydi. Benim ölümüm insanlara rahat bir hayat yaşamasını sağlayabilirdi, sular gitti ve yere düştüm.
Etraf yeniden yeşil ve mor renklere boyandı, alan değişip yeniden oluşmaya başladı. Etrafta devasa ejderha heykelleri ve ejderha şeklinde binalar vardı.
İnsanlar mutlu ve huzurlu bir şekilde gülüp eğleniyorlardı. Belkide görmek istemediğim birini gördüm, siyah saçları ve kızıl gözleri ile bana bakıyordu.
"İzaya,"diye mırıldandım
Bana bakıp gülümsedi ve yanıma geldi, ellerimi sıktım. İzaya içimden geçip gitti, bedenime dokundum.
"Beni göremiyor mu?"
İzaya hızlıca köşede duran pelerinli kızın yanına gitti, siyah ve beyaz saçları, güzel yakut rengi gözleri vardı.
"Iwısh."
Bu benim tanıdığım Iwısh'e benzemiyordu, normalde mavi saçları ve altın rengi göz bebekleri vardı, sanırım benim karşımda tam güçte değildi. Tıpkı Miranda'nın annesi gibi.
Birbirlerine bakıp gülümsediler, ardından el ele tutuşup birlikte yürümeye başladılar. Peşlerinden gittim, onların hemen yanında yürümeye başladım.
"Bugün nasılsın, kendini iyi hissediyor musun?" İzaya sordu.
"Bu kadar endişelenme ben iyiyim, sadece karnımda birinin gezmesi bana biraz tuhaf geliyor."
Iwısh hamile miydi? Bunu bilmiyordum. Iwısh pelerinin altından karnını tuttu.
"Haklısın ben bile hala baba olacağıma inanmakta zorluk çekiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Soyu (1. Kitap )
Fantasy(2. Kitap yayında ) Sıradan bir paralı asker olan Edward öldükten sonra edeya kıtasının soylu ailelerinden biri olan Dragonblood ailesinin en küçük çocuğu olarak doğar. Edward yeni yaşamındaki maceraları ve en küçük oğul olmanın getirdiği zorluklar...