RHAEGAL
Bir nehir'in içinde sürükleniyordum, etrafımdan cesetler geçiyordu. Hepsi tanrıların cesetleri, Güneş diyarındaki tüm ölen tanrılar yanımdan geçip gidiyordu.
"Neden..."
Nehir beni büyük bir denize getirdi, deniz gümüş renkliydi. Gümüş deniz'in içine girdiğim gibi dibe batmaya başladım, gümüş deniz beni iyice içine çekmeye başladı, karanlığın içinde kaybolup gidiyordum.
Biri kolumdan tutup beni çekip çıkardı, gözlerimi açtığımda Lugia bana bakıyordu.
"Ne yapıyorsun?" Dedi.
"Ben, bilmiyorum..."
Lugia beni ayağa kaldırdı, ardından parmağını şıklattı. Geldiğimiz yerde büyük bir mor güneş vardı ve hissettiğim yoğun Kaos enerjisi, beni bunaltmaya yetiyordu.
"Burası Kaos diyarı, burada İzaya seni etkileyemez. Onun etkisi altındaydın, seni yeniden dibe çekmeye çalıştı."
"Ama neden? Onun dediği gibi daha hızlı gelişmeye haşladım. Şimdiden altıncı yıldıza geldim, daha çok gelişmeye devam edeceğim."
Lugia kafasını çevirdi ve boynuzlarındaki takılar sallandı.
"Onun neden böyle yaptığını bende bilmiyorum ama sanırım sadece seni benim gibi yapmaya çalışıyor, duygularından arındırmak için elinden geleni yapıyor."
Beni tuttu ve aniden saraya geldik, her yerde tablolar ve büyük heykeller vardı. Sarayın kubbesinde yazan tek bir harf altın şeklinde parıldıyordu, "Yok Et."
"Neden buraya geldik," dedim.
"Kendine gelmen gerekiyor, artık hayatın buradan itibaren değişecek. İzaya'nın akıl oyunlarına dikkat etmen gerekiyor, yapacağın her türlü hareketi bekleyip ona göre hareket edecektir."
Lugia yakamı bıraktı ve beni bir koltuğa oturttu, ardından masadan aldığı bardağı alıp yere attı. Bardak kırılıp tuzla buz oldu.
"Neden bunu yaptın?"
Lugia gözlerini kısıp bana baktı, saçları siyah rengine ve gözleri kırmızıya boyandı.
Bardağın kırılmış parçaları yeniden toplandı ve eskisi gibi değildi, bardak eskiden uzun ve geniş bir yapıya sahipti. Ama şimdi kısa ve ince bir yapıya sahipti.
"Bunu yapmamın sebebi herkesin değişebileceğinin kanıtı, değişebilirsin Rey, değişebiliriz. Eskisi gibi olmamızı gerektirecek bir durum yok, yapabiliriz Rey. Sen ve ben artık öldürmemize gerek yok, ikimiz sadece biriz."
Lugia'ya baktım. Siyah şacları, kırmızı gözleri ve yüz hatları tıpkı benim gibiydi. Belkide dediği doğruydu, biz birdik. Tek bir kişiydik, ne yaparsak yapalım her zaman bir olucaktık.
"Ben deneyeceğim," dedim.
Lugia bir iç çekti, ardından yeniden bizi bir yere götürdü. Calestialler ve Dış tanrıların savaşı, hepsi birbiriyle savaşıyordu. Dünyalar ve evrenler savaştan dolayı yok olup gidiyordu.
Hepsi vahşetle birbirlerini kesip biçiyordu, bunı görmemek için başımı çevirip gözlerimi kapattım ama aniden yeniden bakmaya zorlandım.
"İyi izle savaşın getireceği sadece bunlar, bunu görmen gerekiyor. Bu bizim için yapılan bir şey, görüyor musun? Bu annemiz."
İlerde en önde elinde ince ve uzun bir kılıç olan kadın, sadece bakışları bile ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Güzelliğinden bahsetmeme gerek bile yoktu, yeşil gözleri tamamen zarafet ile parıldıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Soyu (1. Kitap )
Fantasy(2. Kitap yayında ) Sıradan bir paralı asker olan Edward öldükten sonra edeya kıtasının soylu ailelerinden biri olan Dragonblood ailesinin en küçük çocuğu olarak doğar. Edward yeni yaşamındaki maceraları ve en küçük oğul olmanın getirdiği zorluklar...