RHAEGAL
Sabah erkenden kalkıp üstümü değiştirdim. Pencereden dışarıya baktı, hava her zamanki çok güzeldi. "Böyle muhteşem bir güne uyanmak çok güzel öyle değil mi?" Tessarion hala uyanamamıştı.
"Bu kadar erken uyanmak zorundamıydın." Uykulu bir şekilde sordu. "Hadi ama bugün büyük gün."
"Artık bu malikaneden ayrılıyoruz." Tessarion gölgeme yerleşti. "Bunu daha önce görmeme rağmen hala alışamadım." Tessarion gölgemden ejderha dağına gidebiliyordu ve geri gelebiliyordu. "Hala alışamadın mı? Bunun sayesinde hızlıca hareket edebiliyorum."
"Her neyse hadi gidelim, yapmamız gereken savaşlar ve kazanacağımız zaferlerle dolu bir üç yıl var." Yeni hayatıma başladığımdan beri bu kadar heyecanlı olmamıştım. "Bazen gerçekten otuz dokuz yaşında olduğunu kabullenemiyorum." Hızlıca salona doğru gittim ama bir anda bir varlık hissettim, gözlerimi kıstım. "Seni görmeyeli uzun zaman oldu." Gölge yeniden belirmişti. Bana baktı ve gülümsedi.
"Beni şimdiden özleyeceğini düşünmemiştim." Yanıma doğru geldi. "Benden ne istiyorsun." İki adım geriye attım. "Hadi ama benden korkuyor musun?"
"Senin hayatını kurtardım ve yıldızların için sana yardım ettim." Haklı olabilirdi ama ondan hissettiğim uğursuz enerji dikkatli olmamı söylüyordu.
"Bu sefer ne istiyorsun." "Beni takip et sana birşey göstereceğim." Gölge arkasını döndü ve çalışma odasına doğru yürüdü. "Burda ne işimiz var." Ses çıkarmadı ve kapıyı açtı, içeriye girdi. "Hey ne yapıyoruz burda" sertçe çıkıştım. Gölge kurucumuz'un kılıcı olan Aberyum'un yanında durdu.
"Vay canına ne kadar görsemde hala ilk günkü gibi hayranlıkla bakıyorum." "Muhteşem değil mi? böyle bir silah'ın varolması bile akıllara durgunluk veriyor." Gölge Aberyuma ilgi duyduğunu açıkça belli ediyordu.
"Pekala buraya sadece bana bunu söylemek için getirmedin değil mi?" Gölge bana bakıp gülümsedi.
"Hayır, sadece böyle bir silah sizin gibi bir ailede ama hala ona layık biri ortaya çıkmadı." Gölge dokunmak istedi ama tereddüt etti. "Senin gibi güçlü birisi bile onu tutamıyor mu?" alaycı bir ses tonu ile söyledim.
"Üzgünüm ama üst boyuttan gelsem bile Aberyum sadece istediği kişiyi onun kullanmasını izin verir."
"Bu silah senden güçlü mü?" Gölge dikkatlice kılıca baktı. "Çok daha güçlü hayatın boyunca görüp görebildiğin bütün güçlü silahları ve varlıkları unut o silah çok farklı bir seviyededir." "Dur bi dakika eğer dediklerin doğruysa o zaman kurucumuzun senden daha güçlü olduğu anlamına gelmiyor mu?" bunu söylediğimde gölgeden gelen uğursuz enerji dalgalanmaya başladı. Haklıydım İzaya ondan daha güçlüydü. "Haddinden fazla konuşuyorsun velet."
Duruşumu bozmadım. "Bunca zamandır tanışıyoruz ama hala bana ismini söylemedin." Gölge yanıma yaklaştı. "Aslında söylemek için erken olduğunu düşünmüştüm ama eğer ısrar ediyorsan söyleyebilirim." Sonunda bu gizemli gölge'nin kim olduğunu öğrenecektim. "Benim ismimi öğrenmek istiyorsan ilk önce dördüncü yıldızını oluşturman gerek işte o zaman sana ismimi söyleyeceğim." Gölge yavaşça kaybolmaya başladı. "Bekle!!"
"Benden ne istiyorsun, neden bana yardım ediyorsun."
Gölge kayboldu ama sesi tüm odada yankılandı.
"Dört büyük sütun yıkıldığı zaman herkes için kaçınılmaz olan kıyamet geri dönücek işte o zaman neden var olduğunu anlayacaksın." dişlerimi sıktım.
"Lanet olası piç... gizemli konuşup ortalıktan kaybolmanın sırası mıydı? ." "Bu beklenmedikti işte" Tessarion'un sesi zihnimde yankılandı. "Hey bunca zamandır orda mıydın?" "Ne kadarını dinledin." Altın ejderham bunalmış bir şekilde sözümü kesti. "Biraz yavaş ol dostum." "En başından beri burdaydım ve hepsini duydum." Tessarion'un sesi bir anda ciddileşti.
"Ne olduğunu tam anlayamadım ama kesin olarak bildiğimiz birşey var oda bu gizemli gölge'nin senin reankarnasyonunda bir parmağı olabilir." Tessarion böyle diyince başından beri eski yaşamımdaki ismimi bildiği aklıma geldi. "Evet haklısın ama neden beni reankarne etti, neden bana yardım ediyor."
"Ayrıca son söylediği sözler..." bir anda bu kadar olay yaşamak gerçekten yorucuydu, koltuğa oturdum ve bir iç çektim. "Şimdi ne yapacağız" altın ejderhama direkt olarak mesaj gönderdim. "Dediğini duydun öncelikle hemen dördüncü yıldızını yapmalısın."
"Ondan sonra bazı soruların cevabını öğrenebiliriz." Tessarion haklıydı bir an önce güçlenmeliydim, böylece gerçekte neler olduğunu öğrenebilirdim.
"Sıradan bir hayat yaşamak istiyorum." Kendi kendime düşünürken Tessarion araya girdi.
"Üzgünüm ama ejderha kanı taşıyanların sıradan bir yaşamı olmaz." Aberyum'a baktım. O gölgenin bile korktuğu bir silah, ne kadar güçlü olduğunu tahmin bile edemiyordum. "Aberyum." "Beni duyuyorsan cevap ver." Elimi onu tutmak için uzattım ama Tessarion beni geri çekti. "Ne yaptığını sanıyorsun ona dokunursan yok olacaksın." "Biliyorum ama bazı cevaplara ihtiyacım var." Kılıça doğru mana yolladım ama mana daha Aberyum'a yetişmeden yok oldu.
"Ne tuhaf bir silah..." "gerçekten dediği kadar güçlüyse o zaman kurucumuz aslında kimdi?" duvarda asılı duran portresine baktım. "İzaya Dragonblood kimsin sen..." "Neden üst varlıktan olan biri bile senden ve kılıcından bu kadar bahsediyor." Ayağı kalktım.
"Tessarion bana güveniyor musun?"
"Bunu gerçekten soruyor musun?" Bunu diyince yüzümde bir gülümseme oluştu. "Tabiki de güvenmiyorum." "Tamda benim ejderhamdan beklendiği gibi" "bi dakika ne dedin." Şaşkınlıkla sordum. "Şuan ne yapmaya çalıştığını iyi biliyorum ama bunu yapmana izin vermeyeceğim." Tessarion'un benim için endişelendiğini hissediyordum ama hala cevaplanması gereken o kadar çok soru vardı ki.
"Tamam çılgınca birşey yapmayacağım." Tessarion cevabıma ne kadar inanmasada bir şey demedi.
"O zaman bazı cevaplar almak için dördüncü yıldızımızı oluşturalım." "Ve bu yeni bir yıldız yaratmanın en kolay yolu savaşıp gücünü arttırmaktır." Artık neler olacağını kestiremeyeceğimiz olayların içine girmiştik ama sorun değildi. Ne olursa olsun herşeyi öğrenecektim. Çalışma odasından çıktım ve salona doğru yürüdüm. "Sanırım herkes burda" bu ses Aneys'di. Salonda beni bekleyen ailem arasında bir Baelon eksikti ama pekte umrumda değildi sonuçta birbirimizle fazla muhattap olmaya gerek yoktu.
"Günaydın tatlım." "Günaydın küçük kardeşim."
"Günaydınlar hepinize" koltuğa oturdum.
"Bugün büyük gün nasıl hissediyorsun."
"Açıkçası biraz heyecanlıyım anne" Reyla yanıma geldi ve başımı okşadı. "Benim küçük Rhaegal'ım şimdiden seni özleyeceğim." "Bende seni özleyeceğim anne"
hepimiz yemek masasına geçtik ve kahvaltımızı yaptık.
Artık yavaştan gitme vakti gelmişti. Malikanenin dışına çıktık. Tessarion gölgemden çıktı göz kamaştırıcı altın pulları güneş ışınları ile daha da güzel gözüküyordu. "O zaman vedalaşma vakti geldi sanırım." Dedim. Reyla sulu gözlerle bana sarıldı.
"Kendine iyi bak tatlım." Reyla'ya sarıldım. "Merak etme anne çok iyi olacağım." Bu sözlerimden sonra Reyla dahada sıkı sarıldı. "Hadi ama anne bizimde onunla vedalaşmamız gerekiyor biliyorsun değil mi?"
Baela araya girip bizi ayırmaya çalıştı. "Tamam, tamam." Baela saçımı okşadı ve bana sarıldı.
"Orda dikkatli ol tamam mı? orası düşündüğünden daha tehlikeli." Yanağımı okşadı ve sonra Tessarion'a baktı. "Birbirinizden başka kimseye güvenmeyin." Dedi. Bunun ne anlama geldiğini biliyordum sınırda olanlar sınırda kalır. Tessarion onaylarcasına başını salladı. "Yavaştan yola çıkma vaktiniz geldi." Aenys yanıma geldi ve bir madalyon uzattı. Üzerinde kılıç'ın etrafında dolanmış bir ejderha resmi vardı.
Uçtuğun zaman bunu kullan portal madalyonu seni direkt olarak sınıra götürecek" madalyonu cebime kattım ve Tessarion'un üzerine çıktım.
"Sonra görüşürüz" Tessarion havalandı. Devasa bir kükreme ile hızlandı. Yükseğe çıkarken arkama baktım, doğduğumdan beri yaşadığım anılar aklıma geldi. "Gerçekten buna hazır mısın?" Tessarion beni anılarımdan kurtardı. "Ben iyiyim sanırım gereğinden fazla bağlandım." Eski yaşamımda hiçbir zaman böyle güzel ve sıcak bir aile ortamı görmemiştim.
"Hazır mısın ?" Son kez arkama baktım.
"Evet hazırım." Madalyonu kavradım ve ileriye doğru uzattım. Madalyon parladı ve portal açıldı. Tessarion hızlıca portala girdi. Uzayda bir yarık açıldı ve diğer tarafa varmıştık. Önümüzdeki manzaraya baktığımda
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Vay canına..." iki büyük dağın arasına kurulmuş devasa bir kale, tıpkı bir ejderha gibi dizayn edilmişti. "Sanırım geldiğimizi fark ettiler." Tessarion hayranlıkla kaleye bakarken zihnimden mesaj yolladı. "O zaman gidip kendimizi gösterelim." Tessarion hızlıca kaleye doğru uçtu.
Kale ye yakınlaştıkça daha da devasa olmaya başladı.
Şövalyeler bize bakıyorlardı. Devasa bir kana susamışlık sezdim. "Rhaegal dikkat et" hızlı bir mızrak bize doğru geldi. Eyerin iplerini hızlıca çektim, Tessarion hızlıca geriye doğru geldi. Mızrak Tessarion'un boynun yanından geçti. "Neler oluyor böyle" gülümsedim. "Sanırım bizi test ediyorlar."
"Hadi onlara kim olduğumuzu gösterelim." Tessarion hızlandı ve vücudunu kan alevleri ile kapladı.
"Gelen mızrakları ben karşılarım sen hızlıca kaleye gitmeye devam et yeter." "Anlaşıldı." Tekrardan bir mızrak daha geldi. Saf manayı kullanarak üstündeki büyülü enerjiyi ayırdım ve rüzgarla yönünü değiştirdim. Mızrak atan asker sinirlenmiş bir şekilde bize bakıyordu. Yanındaki askere emir verdi ve bir mızrak daha eline aldı. "Göster bakalım gücünü." Mızrak eskisinden daha hızlı bir şekilde geliyordu.
Hemen Manamı Tessarion'a gönderdim ve Tessarion alevlerine kan alevleri karıştırıp mızrağı yakıp kül etti.
Askerler bize bakıp güldü ve geri gittiler.
"Sanırım testi geçtik" bunu dediğim anda üstümüzde devasa bir gölge oluştu. "!" Tessarion hızlıca dalışa geçti. "çok büyük!!" arkama baktığımda devasa kızıl bir ejderha peşimizdeydi. "Hızlıca kaleye doğru gidelim."
Kızıl ejderha neredeyse bizi yakalacaktı.
"Baela'nın bize öğrettiğini yapalım." Tessarion zihnimden kükredi. Etrafımızdaki manayı kullanıp kendimizi soyutladık ama yinede kızıl ejderha karşısında bir çözüm oluşturmuyordu. Ejderha'nın boyu neredeyse Grayghost kadardı ve başının etrafını taç gibi kaplayan sıralı boynuzlar vardı. Altın gözleri
Öfke saçıyordu. "Kaleye neredeyse vardık biraz daha dayan." "Demesi kolay kuyruğunu yemeye çalışan devasa bir ejderha yok" Tessarion zihnimden haykırdı.
Kalenin avlusuna yetiştik ve hızlıca avluya iniş yaptık.
Askerler yanımıza toplandı. "Vay canına Genç lord Baelon'n ejderhası bile bu kadar güzel değil." Askerlerin arasından biri söyledi. Kızıl ejderha avluya iniş yaptı ve herkes geriye doğru çekildi.
"Beklediğimden iyi çıktınız size ne kadar avantaj versemde yinede Baelon ve genç ejderhasından iyiydiniz." Kızıl ejderhanın sesi de aurası kadar korkutucuydu. Bir kahkaha sesi yükseldi.
"Vay canına gerçekten de babanın dediği kadar varmışsın." Askerler yolu açtı. Onu daha önce görmüştüm, bu büyük amcam Corlis'di. Ailemizin belirgin özellikleri olan siyah saçları ve kırmızı gözleri vardı ve sağ gözünün hemen altından yanağına doğru giden bir yara izi vardı. "Son görüşmemizden beri epey büyümüşsün yeğenim." Tessarion'un üzerinden indim.
"Senide görmek güzel amca" Corlis bana bakıp güldü.
"Rouge sizin yeteneklerinizi övgüyle anlattı." Arkamı döndüm ve kızıl ejderhaya baktım. "Demek adı Rouge"
"evet adının hakkını veriyor değil mi?" amcam deva ejderhasına bakarak söyledi.
NOT ( ROUGE FRANSIZCADA KIZIL DEMEKTİR)
"Hadi gel içeriye gidelim." Devasa kaleye baktım yakından daha da büyük ve heybetli duruyordu, iki devasa kapının ikisinde da devasa ejderha resmî vardı.
Kapı açıldı ve içeriye girdik, kalenin iç kısmına girdik ve kalenin ortasında devasa bir masa vardı. Masa'nın yanına gittiğimizde, Edeya ve iblis kıtasının kabartma haritası vardı. Hayranlıkla masaya baktım ve ellerimi üzerinde gezdirdim. "Boyalı masayı sevdin demek."
"Büyük atamız ve kurucumuz boyalı masayı yaparken iki kıta'nın her kısmını gezdiğini biliyor muydun?
Bundan daha detaylı bir harita bulamazsın." Kurucumuzun ismini yeniden doğduğumdan beri herkes duyuyordum. Tarihe ismini altın harflerle yazdıran ejderha. "Bundan sonra göreceğin şeyler, kitaplarda okuduğundan daha başka burası her zaman dikkatli olman gereken bir yer." Gülümsedim.
"Ben herşeye hazırlanarak geldim." Bunu duyunca amcamın yüzünde gülümseme oluştu. "O zaman artık yavaştan başlayalım...."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Soyu (1. Kitap )
Fantasy(2. Kitap yayında ) Sıradan bir paralı asker olan Edward öldükten sonra edeya kıtasının soylu ailelerinden biri olan Dragonblood ailesinin en küçük çocuğu olarak doğar. Edward yeni yaşamındaki maceraları ve en küçük oğul olmanın getirdiği zorluklar...