RHAEGAL
Her zaman ki sıradan bir sabaha uyandım. Üstümü değiştirdim ve salona doğru yürüdüm. Salona gittiğimde tüm aile beni bekliyordu. "Sonunda gelebildin." Aenys pencereden dışarıya doğru bakarken söyledi. "Üzgünüm dün çok fazla eğitim yaptım." "O yüzden geç uyudum." Dedim. Reyla nazik bir gülümse ile bana baktı. "Sorun değil tatlım geldiysen, kahvaltıya geçebiliriz." "Tamam anne" yemek masasına oturduk. Her zaman ki gibi et yemeği diğer yemeklere tercih ediyordum. "Her öğün nasıl olurda et yiyebiliyorsun anlamıyorum." Baela önümdeki çeşit çeşit etlere bakıp sordu. "Bana göre dünyadaki en lezzetli yiyecek et." Sığır etini keserken söyledim. Önümdeki etleri yemeğe odaklandım, Aenys bana baktı. "Sanırım bunu konuşmanın vakti geldi."
Şaşırmış bir yüz ifadesi ile ona baktım. "Konuşma mı?"
Reyla ayağı kalktı. "Gerçekten düşündüğüm şey değil, değil mi?" "Artık hazır olduğunu sende görmüyor musun?" Dedi. "O daha dokuz yaşında." Diye çıkıştı.
"Bu yaş konusunu çok abartıyorsun." "Aenys onu iblislerin içine göndermene hala karşıyım." Aenys'e baktım. "İblisler mi?" yoksa düşündüğüm şey miydi.
"Evet seni sınıra gönderecektim." "Artık hazırsın." Dedi. Baelon her zaman ki bir yüz ifadesi ile bana baktı ve hızlıca yemekten kalkıp gitti. "Yine aynı tepkiyi veriyor." Baela sıkılmış bir yüz ifadesi ile söyledi.
"Aenys bunu daha sonra konuşalım lütfen." Kahvaltımızı yaptık. Aenys ve Reyla çalışma odasına doğru gittiler bende o sırada eğitim odasına geçtim.
"Seni sınıra göndermek için sencede acele etmiyorlar mı?" Tessarion bir zihin mesajı yolladı. "Bilmiyorum
ama açıkçası benim için böylesi daha iyi olur."
"Bunun sayesinde güçlenme konusunda daha çabuk olabilirim." Dedim. "Haklısın ama anılarından gördüğüm kadarıyla iblisler o kadar güçsüz bir tür değil." Eski yaşamımda paralı asker olduğum dönemlerde iblislere çok fazla karşılamıştım çoğu iblis ic güdüleri ile hareket etse bile hafife alınacak gibi değildiler. "Merak etme onlar ne kadar olsa bile bende de deneyim farkı var." Dedim. Kılıcımı çektim ve salladım. "Hem ayrıca güçlü olsam bile beni öylece iblislerin içine atmazlar." "Sınırı koruyan çok fazla kan şövalyesi var." Dedim. Kılıcımı ileriye doğru salladım.
"Ayrıca şu rün'ü aktif olarak kullanabileceğimiz bir yer olmalı." "Hala ne olduğunu çözmemiz gerekiyor." Sağ koluma baktım. İsteğim dışı aktif oluyordu ve kontrol edemiyordum. "En büyük sorun diyebiliriz ayrıca Barachel nasıl olurda öyle güçlü birşeyi sana verebilir."
"Barachel kendisinde bile bu kadar parlamadığını söyledi." Aklıma bir kaç olasılık geliyordu ama ne olduğunu hala çözmek için zaman vardı. "Kurucu ona vermiş olabilir mi?" "Pek sanmıyorum eğer o vermişse o zaman bizim buraya geleceğimizi de biliyor olması gerekirdi." Bu ihtimal olsa bile çok saçmaydı.
"Bunu bir daha Westeriya kıtasına gittiğimizde orada cevapları bulmaya çalışırız." Tessarion gölgemden çıktı. "Eğer Leydi Reyla kabul etmezse ne olacak peki."
"Kabul edicektir, sadece biraz bize içerlenecek o kadar." Dedim. "Anlaşılan işimiz daha da zor olucak." Dedi. "Yoksa kudretli ejderha korktu mu?" Tessarion'a yaklaşırken söyledim. "Bu kadar küçük bir meseleden dolayı korkacağımı sandıysan beni çok hafife alıyorsun demektir." Ejderhamın üstüne çıkmaya başladım.
"Hey ne yapıyorsun." "Hadi gidip biraz gezelim." Dedim. "Nereye gidiyoruz peki" "son bir kez etrafa bakalım." Dedim. Tessarion havalandı ve ejderha kapısından dışarıya çıktı. Çalışanlar korkup etrafta koşuşturmaya başladılar. "Pekala şimdi ne yapıyoruz"
"ilk önce şu ejderha gözü denilen yere gitmek istiyorum." Ejderha gözü adı verilen bu yer. Yukardan bakıldığında tıpkı bir göz gibiydi ve ortasında bir çubuk gibi ince orta uzunlukta bir kara parçası vardı.
Gölün bu şeklinden dolayı ona Ejderha'nın Gözü diyorlardı. Tessarion hızlıca göle doğru uçmaya başladı. Göle vardığımızda havadan insaları izledim.
Herkes gölün yakınındaki tarlalarını suluyordu.
"Vay canına... çok güzel öyle değil mi?" Göl çok güzel, berrak ve temiz bir suyu vardı. Ortasındaki kara parçasında dev bir ağaç vardı. Tessarion ağacın olduğu yere iniş yaptı. Ağaç pembe'nin açık bir tonuna sahip yapraklara sahipti ve gövdesi kremsi bir renkteydi. Tessarion'un üzerinden indim ve ağaca doğru yaklaştım, hayranlıkla ağaca baktım. "Hayatım boyunca hiç böyle bir ağaç görmedim." Ağacın gövdesine dokunmak için elimi uzattım. Ağacın arkasından bir horlama sesi geldi, irkildim ve geri çekildim. Elimi kılıcıma uzattım. "Rhaegal dikkatli ol."
Tessarion'un sesi zihnimde yankılandı. Yavaşça arkasına baktığımda bir insan uyuyordu. "Bunca zaman oradaydı ve onu fark etmedim." Şaşırarak baktım. "Sıradan biri değil "Tessarion zihnimden mesaj yolladı. "Bende öyle düşünüyorum, manasını bile tespit edemedim." önüne geçtim yüzüne gelen güneş ışığı kesilince gözlerini açmaya başladı.
"Hey önümden çekil." "Öğlen şekerlenmemi bozuyorsun." Dedi. "Sizin burda ne aradığınızı sorabilir miyim?" dedim. "Bu seni ilgilendirmez velet, sorun çıkmasını istemiyorsan önümden çekil" dedi.
Gözlerimi kıstım ve yavaşça öldürme niyetimi saldım.
"Belkide sorun çıkmasını istiyorumdur." Dedim. Adam sinirlenmeye başladı. "Seni küçük-" Tessarion adamın sol tarafından kafasını çıkardı ve ona doğru hırladı.
Herif bir anda yok oldu. "Hızlı." Arkamı dönüp nereye gittiğine baktım. "Yukarıda!!" Tessarion şaşırmış bir şekilde söyledi. "Bunu nasıl yaptın?" şaşkınlıkla sordum, adamın uzun kirli bir sakalı vardı. Kahverengi gözleri ve siyah saçları vardı."Ah bu mu?" "buna rüzgar adımları deniyor." Sessizce hareket ve fark edilmeden hareket etmemizi sağlıyor. Adam ayağının etrafına rüzgarlar çekti. "Vay canına rüzgarı eşit bir şekilde ayaklarında yönlendiriyorsun, böylece ses çıkarmadan hareket edebiliyorsun." Adam hem korku hemde şaşkın bir yüz ifadesi ile bana baktı. "B-bunları bir bakışta mı anladın." "Lanet olası dahiler, heryerdeler." Dedi."Nerdeyse yaklaştın ama tam olarak dediğin gibi değil." "Rüzgar adımları sadece öyle çalışmaz." Çenesini kaşımaya başladı. "Ama sana neden bunu açıklayacağım ki." Sakallarını okşarken söyledi.
"Neyse konudan sapmayalım, burda ne işin var." Diye sordum. "Ben her zaman burdayım, senin burda ne işin var." Dedi. Tessarion zihnimden alaycı bir şekilde güldü. "Tuhaf olan bir şey daha var." "Beni nasıl görebiliyorsun." Dedi. "Görememem mi gerekiyor."
"Evet aslında beni göremezsin." Dedi. Havada asılı durarak bana yaklaştı. "Bu tuhaf senin gibi bir fani beni görebiliyor." Şaşkınlıkla sordum. "Sen öldün mü?" Kafasını salladı. "Bundan yüzyıllar önce öldüm."
Uçarak Tessarion'un yanına gitti. "Vay canına ne güzel bir ejderha, senin gibi güzel bir ejderha hiç görmemiştim." Dedi. "Pekala konuyu değiştmeyelim."
"Adın ne ve buraya nasıl geldin." Dedim. "Adım Albert." "Ve diğer soruna gelirsek, ben bile buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum." Diye cevapladı.
"Nasıl öldün peki." Albert'in yüzü değişti. "Savaş... bir savaştaydım." Gözlerimi kıstım. "Hangi savaş" diye sordum. Albert başını tuttu. "B-ben bilmiyorum..." dedi. Yüz ifadesine bakarsak yalan söylemiyordu.
"Gözlerimi açtığımda burdaydım." Dedi.
Çenemi okşadım. "Bu tuhaf öldün ve bir ruh oldun sonra buraya geldin." Albert onaylarcasına kafasını salladı. "Pekala ne zamandır buradasın." Diye sordum.
Albert gülümsedi. "Siz ejderhalardan daha eski bir zamandan beri burdayım." Dedi. Şaşkınlıkla Tessarion'a baktım. "Ne yani üç yüz yıldan daha uzun bir süredir burda mısın?" Albert bana yaklaştı. "Evet ama işin tuhaf kısmı Lord İzaya'dan beri kimse beni görememişti." Dedi. "Kurucumuz seni tanıyor mu?" Aceleyle sordum. "Evet aslında bu golü de o yaratmıştı." "Ne? kurucumuz mu? Burayı yarattı." Dedim. "Aslında bu ağaç daha eskiden buradaydı."
"Kimse bu ağaçın tarihini bilmiyor." Dedi.
"Lord İzaya sanki biliyordu ve her zaman bu ağacı görmeye geliyordu." "Sana bu ağaçtan hiç bahsetmedi mi?" Dedim. Albert ağaca dokundu. "Sadece bu ağacın özel olduğunu söyledi." Ağaca baktım iki yaşamımda gördüğüm bütün ağaçlardan farklıydı ama hiç tuhaf bir şey hissetmiyordum. "Adın ne genç ejderha" Albert bana bakıp sordu. "Özür dilerim kendimi tanıtmayı unuttum." Başımı eğdim. "Adım Rhaegal Dragonblood." Dedim. "Vay canına hiç bir ejderhayı böyle birinin önünde eğilirken görmemiştim." Dedi.
"Sen kurucumuzu tanıyorsun." "Önemli biri olduğunu düşünüyorum." Albert bir kahkaha attı. "Seni sevdim evlat." "Sanırım o gururlu ejderhalar bile değişebiliyor." Dedi. "O kadar önemli biri değilim ama sadece Lord İzaya'nın isteği üzere buradayım." Dedi.
"İstek mi?" Albert başını salladı. "Bana bu ağacın yanında kalmamı söyledi ama asla nedenini söylemedi." "Nedenini sorduğumda, ağaca bakıp derin düşüncelere dalıyordu." Ağaca dokunmak için elimi uzattım. Albert kolumdan tuttu. "Ne yapıyorsun." Diye sordum. "Yerinde olsam bunu yapmazdım." Elimi geri çekerken. "Nedenmiş" diye sordum. "Lord İzaya bu ağaca kimsenin dokunmamasını söyledi."
"Pekala o zaman bana rüzgar adımlarını öğretecek misin?" Diye sordum. Albert bana baktı. "Aslında bu olabilir ama bunu öyle kolay öğrenemezsin." Dedi.
"Neden peki." "Bunu öğrenmek biraz zamanını alabilir ayrıca o kadar kolay bir teknik değil." Dedi. Albert konuşmaya devam ederken. Ayaklarıma rüzgar odakladım ve adım atmaya çalıştım ama Albert'in tekniği gibi hızlı değildi. "Beni dinlemiyor musun? O kadar basit bir teknik olmadığını söyledim."
"Pekala o zaman nasıl yapacağımı göster." Dedim
"Rüzgarı bacaklarındaki tüm kas hücrelerine eşit miktarda dağıt böylece ayaklarındaki hücreler hızlıca hareket edicektir." Albert'in dediğini uygulamaya çalıştım. Rüzgarı eşitçe dağıttım ve adım attığımda bir anda gölün ortasındaydım. "Hah?" suyun içine düştüm. Suyun yüzeyine çıktım. Albert gülmekten karnına ağrılar girmişti resmen ve hala gülmeye devam ediyordu. Adaya doğru yüzdüm ve sudan çıktım. "Çok komik olduğunu düşünmüyorum." Dedim. "Ben öyle düşünüyorum." "Hayatımda gördüğüm en komik sahneydi, o halini görmen lazımdı." Daha da şiddetli gülmeye başlamıştı.
Tessarion'da belli etmese bile zihnimden kahkahalara boğulmustu. "Gülmeniz bittiyse işimize geri dönelim mi?" dedim. "Tamam tamam." "Şimdi dediklerimi yeniden uygula ama bu sefer nereye gideceğina bak."
Dedi. Dediğini yeniden uyguladım ve göletin sonuna doğru bakıp adım attım, rüzgar beni aniden gölün karşına geçirdi. "Vay canına gerçekten yaptım." Dedim. Tessarion zihnimden gülüyordu. "Bu sefer başardım." Diye çıkıştım. "Hayır ona değil Albert'in yüzünü görmen lazım." Dedi. Rüzgar adımını kullanarak tekrardan adaya geldim. Albert ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu. "S-sen bunu nasıl yaptın!!" diye çıkıştı. "Dediğini aynı şekilde uyguladım neden şaşırdın ki?" "Hayır bu imkansız bunu gördüğün anda uygulamak yetişkin biri için bile çok zor bişeydir." Dedi. "Lanet olası dahiler herşeyde başarılılar." Diyerek iç çekti. "Rüzgar adımlarını çok fazla kullanabilir miyim?" "Evet kullanabilirsin ama dikkatli olmalısın çok fazla kullanırsan, senin için bile sonu kötü bitebilir." "Bu sadece basit bir rüzgar tekniği değil mi? nasıl olurda zararı dokunabilir." Dedim.
"Aslında sıradan biri bu tekniği kullanırsa ayakları parçalanabilir." "İyileşemeyecek düzeyde tüm hücreler yok olur." Dedi. "Sen bir istisnasın senin damarlarında asil ejderha kanı akıyor." Dedi. Bu doğruydu bu vücut beni sınırlarımın ötesine götürebilirdi, istediğim teknikleri ve ötesini kullanabilirdim. Hala genç bir bedendeydim ve hala gelişiyordu. "Pekala dediğini yapacağım ama günlük kaç defa kullanacağım hakkında bir sınır var mı ? acaba" dedim. "Aslında sıradan bir insan günde üç defa kullanabilir." Vücuduma baştan aşağı baktı. "Sen bir istisnasın günde altı defa kullanabilirsin." Dedi. "Sadece bu kadar mı?" Şaşkınlıkla sordum. "Evet şuan senin sınırın altı vücudun hala çok genç ve gelişmeye devam ediyor." "Eğer gereğinden fazla kullanırsan vücudunun gelişimini olumsuz etkileyebilir." Bu açıdan hiç bakmamıştım vücudum ne kadar diğer insanlardan üstün de olsa hala gelişim çağındaydı. "Rhaegal gitmemiz gerek." Tessarion zihin mesajı yolladı.
"Patrik bizi çağırıyor." Dedi. Albert'e döndüm.
"Benim şimdi gitmen gerekiyor." "Şimdiden gidiyor musun?" dedi. "Babam çağırıyor." "Gitmeliyim." Dedim. "Ah tamam uzun zamandır biriyle konuşmamıştım." "Tekrardan buraya gelmeyi unutma" dedi. "Elbette daha buraya çok fazla geleceğim size soracağım çok fazla soru ve öğreneceğim çok fazla teknik var usta" dedim. Bunu dediğimde Albert'in yüz ifadesi değişti birden hem gururlandı hemde utandı.
"Tamam velet şimdi git seninle bir daha ki görüşmemize kadar kendine iyi bak"dedi. Gülümsedim. "Teşekkür ederim usta, sizde bir sonraki görüşmemize kadar kendinize iyi bakın." Dedim.
Tessarion'un üzerine çıktım ve havalanmaya başladık
yükseldiğimizde aşağı doğru baktım, Albert'in hala ban baktığını gördüm. "O herif'e güveniyor musun?" Tessarion zihin mesajı yolladı. "Aslında pek güvenmiyorum ama onun bize güvenmesi gerek böylece işimize yarayabilir." Dedim. "Ölen bir adamın duygularıyla oynamak mı? ne zaman bu kadar zalim oldun." Diye karşılık verdi. "Hayır duyguları ile oynamıyorum sadece o çok yalnız." "Biz onu ziyaret edip muhabbet ettikçe bize daha çok sevgi besleyecek böylece bizde ondan böyle teknikler öğrenebiliriz." Tessarion iç çekti. "Yinede insanların duyguları ile oynamak tuhaf geliyor." "Merak etme duyguları ile oynamayacağım sadece ilişkimiz bir çıkar ilişkisi olucak o kadar." Dedim. "Özellikle sırra kadem basmış olan kurucumuza neler olduğunu öğrenmek için büyük bir ipucu olabilir..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Soyu (1. Kitap )
Fantasy(2. Kitap yayında ) Sıradan bir paralı asker olan Edward öldükten sonra edeya kıtasının soylu ailelerinden biri olan Dragonblood ailesinin en küçük çocuğu olarak doğar. Edward yeni yaşamındaki maceraları ve en küçük oğul olmanın getirdiği zorluklar...