Bölüm 80

66 13 32
                                    

~Min Jaesung~

Çayımdan bir yudum daha aldıktan sonra sigarayı yere attım, ezerek soğuk akşam ayazından kurtulabilmek için hızlı adımlarla tekrar içeriye girdim. Dağın başındaki bu kaderine terk edilmiş dükkan gibi ıssız hissettiriyordu, kendi evimde bir başıma dolaşmak. Her ne kadar kabul etmesem de yaşlanmıştım ben. Çiçeğim benimle olsaydı her şey daha iyi ilerlerdi belki. Gerçi o zaman bunca şey de yaşanmazdı, mutlu olurduk yalnızca.

Birbirleriyle sohbet halinde olan takım elbiseli 10'a yakın siyahi adamı baştan aşağı dikkatle süzdüm. O kadar uzundular ki karanlık çehrelerini görebilmek için başımı kaldırmam gerekiyordu. Arkamdaki korumalar arada bir telefonlarını kontrol ediyorlardı ve bu, başlıca sinirimi bozan bir etkendi. "Jin ve Hoseok burada olmayacaklar, bir kez daha demiştim. Onlar Fransa'dalar." Bu şekilde onları uyarabileceğimi düşündüm ve kesinlikle haksız da çıkmadım. Namjoon'u sağsalim götürmeleri için onları görevlendirdiğim de bir gerçekti ayrıca. Diğerlerinin çenesini parayla bile tutabilirdim ama Jin ve Hoseok kilit isimlerdi, onları hiçbir şeyle kandıramazdım. Hala işime çomak sokmak üzere burada olan oğlumu atlatmak için gerçekten de gecelerce düşünmem ve plan kurmam gerekiyordu. Her ihtimalin sonucunu kafamda tartmam, ona göre bir yol çizmem... zor bir çocuktu.

"BIRAKIN BENİ! NE HAKLA BAŞBAKANIN YARDIMCISINI KAÇIRIRSINIZ!? KİM OLDUĞUNUZU SANIYORSUNUZ, POLİS Mİ?" Kulak tırmalayan cinsten tiz kadın sesiyle iç geçirdim, ceketimi ve elimdekileri yanımdaki korumalara verirken sessizliğin sürmesi için hepsine işaret verdim.

Ağır ama delirtici derecede kuvvetli adımlarla, gözleri bağlanmış kadına yaklaşırken boyanmış sarı saçlarına baktım. Hala gençliğini korumaya çalışıyor oluşu garip gelmiyordu bana. İşi oydu zaten onun. "Choi Soyeon." Adını zikrettiğimde zincirlendiği ve kelepçelendiği sandalyesinde tepinmeyi kesti, başını öne eğdi ve dudaklarını birbirine bastırdı. Bu refleksin bile hala bedeninde olması bana tek bir şeyi gösteriyordu: Yoongi onunla olan iletişimini koparmamıştı, bu da ona gerçekten bir anne sevdasıyla bağlandığının net bir göstergesiydi.

Yalnızca işime geliyordu bu durum, biraz olsun ruhumu yakmıyordu. Ben de çiçeğimin sevgisine doyamamıştım ve bu, ikimizin de suçu değildi.

Gözlerini bağlayan bez parçasını çözerek kenara fırlattım, dikkatle o yorgun irislerine bakmak için eğildim. Ellerimi arkamda birleştirmiş, bana ipucu vermesi için onu olabildiğince geriyordum. "Min Jeasung." Tıpkı benim gibi tepki verdi bana. "Demek sonunda çıktınız."

"Evet, gördüğün üzere." Doğruldum, sırıtarak etrafıma şöyle bir baktım. Burası da bir hapishaneden farksız değildi, tıpkı hastanenin de olmadığı gibi. "Görmeyeli nasılsın, Soyeon? Seni dinç ve alımlı buldum."

Etrafına baktı, gördüğü her bir yüzle gözleri ardına kadar açılmıştı. Bedeni korkuyla renk değiştirmiş, sararmıştı. "Ne istiyorsunuz?" Dedi buz gibi bir sesle. Tıpkı onu bulduğum günkü kadar çaresizdi, saklanmak için diğer tüm duygularını da saklamayı seçmişti.

"Hemen sadete mi geleceğiz? Görüşemediğimiz yılların hasretini gidermeyelim mi?" Muhtemelen zekasıyla dalga geçtiğimi düşünüyordu fakat biraz olsun umrumda değildi.

Sessizlik sürdüğünde sırıtarak doğruldum ve adamlarımın arkama koydukları sandalyeyi tutarak önüme getirdim. Arkasına kollarımı yerleştirirken kendimi sandalyeye bıraktım. "Pekala, Soyeon... duyduğuma göre Kim Taehyung'un derneğine yardım etmişsin, genelgesini kabul etmişsin."

"Evet." Başını kaldırdı, gözlerime bakarken derin ve titrek bir nefes aldı. "Neden?"

"O dernekteki herkesi avcunun içine alacaksın, güzel sebeplerin var, değil mi? Nasıl yapacağın beni zerre ilgilendirmiyor gerçi, ben sadece emir veririm."

Tweet [Taegi Fanfiction]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin