Bölüm 145

29 8 10
                                    

~Min Yoongi~

"Dik otur." Omuzlarımı zorla geriye çekip de sırtımdaki tüm kemiklerden yükselen kütürtü dolu sesler etrafı doldurduğunda gözlerimi kapattım.

"Neden buradayız, bayan Choi?" Babamın dediği gibi oluyor muydu acaba? Bana kalırsa kelimeler, tıpkı annemden duyduğum gibi düzgün çıkmıştı bu sefer." Sırtıma takılan korseye bir aylığına daha her anımda katlanacağım gerçeğini kendi adıma örtbas etmek için böylesine bir soru sormuştum. Dik durmak, neden bu kadar önemli olmak zorundaydı?

"Sizi yeni birisiyle tanıştıracağız, Bay Min. Heyecanlı olmalısın. İlk arkadaşını edineceksin." Teknik olarak haklıydı, daha 3 yaşımdaydım ve bu evden dışarı çıktığımda gittiğim tek yer şirket oluyordu. Annem ve babamın hararetli çalışmalarını izliyor, merdivenler boyunca inip çıkıyor, dosya okuyor ve bazen de sadece çatıda ayaklarımı sarkıtıyordum. En sevdiğimin sonuncusu olduğunu söylemeden edemezdim. Ölmek istediğimden falan değildi fakat ayaklarım boşta ve gökyüzünün olabilecek en yakın köşesindeyken kendimi bir kuş kadar özgür hissediyordum.

"Neden bir arkadaş edinmem gerekiyor? Bunun tehlikeli olacağını sanıyordum."

"Herkes bir arkadaşa ihtiyaç duyar, Bay Min. Sırdaşınız, yaşıtınız biriyle konuşmak sizi daha iyi hissettirecektir."

"Sizce ben kötü mü hissediyorum?"

Aramıza o tatsız sessizlik girdi. Bana karşı söyleyecek sözü kalmadığında düşünmek adına kendine zaman tanır, bu süreçte de böyle bir sessizlik, ikimiz için de kaçınılmaz olurdu. Onu beklemeyi öğrenmiştim, o da beni beklemeyi biliyordu ne de olsa. "Kötü hissetmiyorsun fakat neden daha iyi hissetmeyesin?" Ellerini bana uzattı, yüzünde kocaman ama sahte bir tebessüm vardı. "Hadi onunla tanışmaya gidelim."

Elini, en azından kibarca da olsa tutmam gerektiğini biliyordum. Bana göre saçmalıktan başka bir şey değildi fakat yapabileceğim başka da bir şey yoktu, bu dünyanın kuralı böyle ilerliyordu, uymak zorundaydım. Ayağa kalkıp da ceketimi giydiğimde nihayet bu aptal yerden dışarı çıkabilmiştik. Bahçede, tıpkı benim gibi başında bir kadın eşliğinde dikilen kıza baktım. Parlak koyu kahve saçları beline kadar uzanıyordu, benden birkaç santimle kısa gibiydi. Küçük bir yüzü, üzerinde pembe bir elbisesi vardı.

Yanına gittiğimde neşeyle elini uzattı. "Adım Oh Jihye. Memnun oldum." Basitti, değil mi? Adınızı söylüyor, bir süre beraber vakit geçireceğinizin yazılı olmayan sözleşmesi konusunda anlaşmaya vardığınızı ifade etmek için el sıkışıyor ve sonra iki yabancı olduğunuz gerçeğine geri dönüp birbirinizi tanımaya çalışıyordunuz. Arkadaşlık böyle bir şeydi. Oh Jihye, benim ilk arkadaşımdı. Hayatım boyunca bu ismi unutabileceğimi düşünmüyordum.

Onunla, neredeyse 3 ay kadar vakit geçirdikten sonra, bir gün yine ona nasıl parande atabildiğimi gösteriyorken son kez kahkahasını duyduğumun bile farkında olmadan gözlerine bakmıştım. "Aslında oldukça basit, sen gerçekten yapamıyor musun?"

"Sence yapabiliyor muyum, Yoongi-ah?"

Kafasının arkasında patlayan silah, üzerime fışkıran kanla birleştiğinde bir an için yaşadığım bu şeyin ne olduğunu anlamlandırmaya adamıştım kendimi. Başından oluk oluk akan kan çimleri beslerken bedeni hareketsizce yerde uzanmaktaydı. Bundan önce de çok kez ölümlere şahit olmuş olsam da bu, çok daha başka hissetiyordu. Kalbimin, sabahları kalkmak için tutunduğu dalı bir anda kırılmış, yere düşmesine saniyeler kalırken böylesi bir hüsrana uğratmama neden göz yumduğumu sorgular gibiydi.

Başımı yavaş yavaş kaldırıp hala silahını elinde tutan adama baktım. "Bunu neden yaptın?" Kırgın, mahvolmuş, acı içindeydim fakat sesime, yalnızca bir sorgulama havası hakimdi. Gözlerim konusundaysa yapabileceğim bir şey yoktu, gözler yalan söylemezdi.

Tweet [Taegi Fanfiction]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin