Bölüm 74

68 14 64
                                    

~Min Jaesung~

Ne kadar da küçüklerdi öyle!

İki kolumda uzanan ve bana dik dik bakarak çocuğumun kopyası olduklarını adeta haykıran minik farelere sırıtmadan edemiyordum. Yoongi benim sahip olduğum tek çocuktu ve ilk kez, ondan sonra bir bebeği kucağıma alıyordum. Bayan Lee endişeyle etrafımda tur atsa da ilk defa bir bebeği taşıyor değildim ya! Dikkatli olurdum!

"Ah, benim minik yavrularım. Babalarımız sizin için aptalca kararlar vermeden harekete geçmem gerekiyordu. Gelecekte beni daha iyi anlayacaksınız." Bayan Lee adeta olduğu yere çakılmış olsa da Yoongi'ye anlatacak vakti bile olamayacağından emin olacaktım.

"Bayan Lee..." olabildiğince sakin bir tonla konuşurken sol kolumda yatan erkek torunuma baktım. "Torunlarımı da alıp sabaha karşı saat 3'te kalkacak uçağa binmenizi istiyorum. Merak etmeyin, babalarının her şeyden haberi var."

"Ama yine de..." çekingen bir tonda başladıysa da en sonunda derin bir nefes alarak duruşunu dikleştirdi. Doğru olanı yapmaya yeminli gibiydi. "...onlara haber vermeden buraya getirdim zaten. Daha fazlasını yaparsam sinirleneceklerdir."

"Siz o işi bana bırakın lütfen." Torunlarımı tekrar ona verdim ve ellerimi arkamda birleştirirken ciddileştim. "Min Yoongi, ben olmadan size hiçbir şey yapamaz. Akşam yemeğe geldiklerinde de onlarla uzun uzun konuşacağımdan şüpheniz olmasın."

Lee Jihyeon ister istemez kabul etti ve torunlarımla birlikte odayı terk etti. Pencerenin karşısına geçip derin bir nefes aldım. Şu an yaptığım da tıpkı geçmişte yapmış olduklarım gibi kabul edilemez derecede kötüydü, şeytaniydi. Yine de bir düşmanın karşısında savunmasız bir biçimde ölmek de bizim kanımıza yakışmazdı. En azından savaş vermesini öğrenecekledi!

Yoongi'nin arabası yavaş yavaş içeri giriyorken iç geçirdim. Onun gelmeyeceğine neredeyse eminken beraber gelmiş olmaları yalnızca sinirlerimi oynatıyordu. Gerçi böyle olması daha iyiydi belki de.

Jin yanıma geldi, saygıyla beni selamladı ve dosyayı uzattı. "Bu gece yola çıkmış olacağız."

"Fazla geç. Şimdi gidin."

"Yoongi-"

Sözünü kesmekten çekinmedim. "Artık ona değil, bana çalışıyorsun, Kim Seokjin. Bunun yeterince farkında değil misin yoksa?" İç geçirdi, başıyla onaylayarak gözlerini kapattı. Bu açığından yararlanarak onu baştan aşağı süzdüm fakat hiçbir şeyle karşılaşmıyor olmak beni deli ediyordu. Nasıl olurdu da kıyafetlerindeki hiçbir detay farklı olmazdı? Koşturmanın kırışıklık yaratan izleri bile yoktu. Sanki az önce giyinmiş gibi kusursuzdu.

"Birazdan yola çıkarız, o halde." Diyiverdi. Gözleri aralanırken bakışlarımı tekrar pencereye çevirdim. Yoongi kapının önünde durdurduğu arabadan inmiş, Onunla beraber inen Taehyung'un yanına gitmiş ve koluna bile girmeden uyumlu adımlarla merdivenlere yönelmişlerdi. İkisi arasında tek kelimelik de olsa bir sohbet dönmüyor olmasını garipsemiştim.

Jin'e dönmeden elimi havada sallayarak "Şimdi çıkın." Dedim. "Çok geç olmadan gidip gelmenizi istiyorum." Bana ne cevap verdiğine bakmamıştım bile. Yalnızca Yoongi'ye ve onun aniden durarak etrafı izleyen şüpheci gözlerinin anlamını çözmekle ilgileniyordum. Sanki arkasından iş çevirdiğimi hissediyor gibiydi fakat böyle bir şeyin olmasına kesinlikle imkan yoktu, kusursuz çalışıyordum.

Odadan çıktım, giriş holünde onları beklemeye koyuldum. Birkaç dakika içinde ikisi de içeri ciddiyet kaynayan ifadelerle girdiklerinde gülümseyerek dengeyi sağlamaya çalıştım. "Hoş geldiniz! Bir an gelmeyeceksiniz diye korktum doğrusu."

Tweet [Taegi Fanfiction]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin