Bölüm 82

55 11 19
                                    

~Kim Seokjin~

Savsak adımlarla yanımdan geçen adamın, henüz yüzüne bakmamıştım fakat bunun çok da önemli bir detay olduğunu düşünmüyordum. Herkes alkol alıyordu ve bu saatlerde de böyle sahneleri izlemek kaçınılmazdı. Ona kızgındım, belki o asla bilemeyecekti ama kızgındım. Bugün poker günümüzdü, ardından bira ısmarlayacağına da söz vermişti. Belki beraber bu ıssız sokaklarda dolaşabilir ve şansımız varsa yumurtalı ramen yiyebilirdik. İkimizin tek eğlencesi, ikimizin de ortak olarak yalnızca çarşamba gecesi izinli olduğumuz bu nadir akşamımızdı fakat Jung Hoseok, buluşma saatini 4 saat kadar geciktirmişti. Gecenin birinde, bu soğuk ayazı çekmeye devam ederken hala neyi beklediğimi düşündüm. Gelmeyeceği ortadaydı, telefonunu da kapatmıştı, çağırı bile düşmüyordu ve belli ki bu rahat gecesini Kim Namjoon'a ayırmak istemiş fakat kızacağımı bildiği için bu son derece hassas bilgiyi bana vermekten çekinmişti.

Asla adam olmayacaktı! Onun yerinde olsam Namjoon'un değil yüzüne bakmak, adının baş harfini bile alfabeden tamamen silerdim. Onun yerine M harfi de oldukça kullanışlı olabilirdi mesela. Kim Mamjoom. Kim Seokjim. Jumg Hoseok. Mim Yoomgi....

İç geçirerek gökyüzüne baktım, her şeye rağmen içimdeki bir ses bu durumun çok mantıksız olduğunu haykırıyordu. Hoseok bir söz verirse kesinlikle yerine getirirdi. Getiremeyecek olsaydı da çoktan haberim olmuş olurdu. Yine de konu Kim Namjoon olduğunda, Hoseok hakkındaki tüm bildiklerim, tüm düşüncelerim hızlı bir biçimde yerle yeksan oluyordu.

"Siktir ya..." gecenin 2'sinde, yanıp sönen ve birçoğunun yanmayı bile bıraktığı beyaz sokak lambaları altında savsak bir silüet belirdi. Her ülkenin olabileceği ama Kore'de daha yaygın olan bu alkol kültürü sebebiyle normal karşılanabilecek sarhoş bir herif olabilirdi. Sözcükleri bile tam dökülememişti zaten dudaklarından, boşuna umursuyordum.

Kim Namjoon, başını sevgilisinden kaldırıp da umursayana kadar etrafta aylak aylak dolaşabilirdi herkes. Biraz olsun umrumda değildi zira bu, zaten benim işim de değildi.

Saate tekrar baktım, Hoseok'un gelmeyeceğine emin olmak için ne kadar beklemem gerekiyordu? Uzaklardan bana doğru gelen ve adımları savsak olan o adam sonunda iç geçirerek öylece yolun ortasında durduğunda karanlık sokakta yanıp sönen tek ışığın altındaydı. "Tanrım, ne bu, cennet mi? Sonunda kurtuldum mu yoksa?" Dizleri üzerine çöktüğünde kaşlarım çatıldı, neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Yanıp sönen beyaz ışığın aydınlattığı yüzü anlamlandırmaya çalışırken beton duvardan çekmiştim sırtımı. Ağır adımlarımı adama doğru yöneltirken sonunda dağınık saçlarının yapışmış olduğu kanla kaplı yüz, biraz da olsa tanıdık gelmeye başlamıştı. "Jin hyung..." kuru ve kanla kaplı dudaklarından dökülen isim sayesinde sonunda aptal aklım algılayabilmişti.

"Tanrım..." adımlarım hızlandı, kalbim ilk defa korkuyu hissediyor gibi hızlanmış ve göğüs kafesimi kırarak benden önce ulaşmaya çalışıyordu ona. "Hoseok..." yanına gider gitmez yüzüne yerleşmiş huzurlu ifadeyle afallamıştım. Daha önce onu, sadece Namjoon hakkında konuşurken bu kadar huzurlu görmüştüm ki o bile, şu an gördüğüm huzurun yanında hiçbir şeydi. Hayattaki tüm hedeflerini gerçekleştirmiş bir ölünün huzuru vardı çehresinde. "... ne oldu sana böyle?"

"Biraz..." öksürdü, iki büklüm olurken aklıma gelen ilk şey onu kucaklamak olmuştu. Kollarımı kırılgan bedenine sardım ve yavaşça kucakladım. Sanki ufacık bir ani hareketimde kemikleri unufak olacak, teni eriyip sokaktan aşağı akıp gidecek gibiydi. "...kavgaya karıştım..."

"Sen mi?" Her ne kadar inanmasam da konuşacak hali yoktu, daha fazla üzerine gitmemeliydim. Ağır adımlarla etrafta onu tedavi edebilecek bir yer arıyorken koskoca sokakta yalnızca bir tane otel ve onun da arka girişi mevcuttu. Onun dışında da her yer, yukarıya uzanan beton yığınlarından ve toplu yaşamdan ibaretti.

Tweet [Taegi Fanfiction]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin