~Min Jaesung~
"... ive bu dönemde bebekler, hemen hemen her konuda olduğu gibi hassas olduklarından daha özel ilgi isterler... Bay Min? Bay Min, beni dinliyor musunuz?" Gözlerim önünde şıklatılan parmaklara yorgun gözlerle bakarken bedenimi geriye atarak esnettim.
"Bir bebeğe nasıl bakılacağını bana değil de Choi Soyeon denen kadına anlatın. Dadısı olmaya pek bir hevesliydi."
Siyahi kadın, ağırlığını tek bacağına vererek tek kaşını kaldırdı, beni yargılamak üzere olduğunu anlamak zor olmamıştı. "Bu fetüs ismi bile vermeye tenezzül etmediğiniz bebeğin babası siz değil misiniz?"
"Ne yazık ki, bayan!"
Göğsüme sertçe çarptığı dosyayı bıraktığında ister istemez tutmuştum. "Bir hata yaptıysan bu hatayı üstlenmeyi öğren! Bu çocuk doğdu ve tanrına şükret ki senin bir oğlun oldu! Hiçbir şey bu gerçeği değiştirmeyecek! En azından iyi baba rolü yap, oğlun için değilse bile koşa koşa getirdiğin eşin için yap bunu!" Kabarık saçlarını savurarak uzaklaştığında sonunda rahat bir nefes alabileceğimi hissetmiştim. Elimdeki dosyayı, benden birkaç adım uzakta duran Yootae'ye verip karşımdaki kapıya bakmaya başladım.
Byeol muhtemelen huzurlu bir uykunun kollarındaydı, oğlumuz hakkında hala yaşayıp yaşamadığıyla ilgili bir bilgi gelmediğine göre belki bir ihtimal de olsa ölmüş olabileceğine emin olabilirdik. Buradaki tüm çocuklar çığlık çığlığa ağlıyorlarken mantıklı düşünmek imkansızdı. Neden herkes bir bebekleri olsun diye bu kadar istekliydi, biraz olsun anlamıyordum. Kendi zekalarının her seferinde yarısını vererek ortaya çıkardıkları yarım oranda daha az zeki canlının nesiyle gurur duyuyorlardı?
Kapıya ulaştığımda çığlığın, kulakları sağır edici etkisi arttığında diğer herkes gibi ben de kulaklarımı tıkamaya yönelmiştim. Üç hemşirenin zar zor zaptettiği bebek, öylesine büyük bir çığlık atıyordu ki sanki bu çığlık yalnızca onun seviyesinde vardı da yere çökerseniz sizi etkisi altına alamaz gibi hissediyordunuz. Etrafta kime baksam sanki deprem oluyormuş gibi cenin pozisyonuna geçerek ve kulaklarını tıkayarak çökmüş haldeydi. "Nereye götürecekseniz götürün şu bebeği artık lütfen!" Diye bağırdım. Hemşirelerden birisi önünde dikildiğim kapıyı açtığında başhemşire buruk bir gülümsemeyle içeri geçti.
Yoksa bu benim oğlum muydu? Eğer durum buysa gerçekten büyük bir problemimiz var demekti.
Hemşireler sonunda odadan çıktıklarında çığlıklar da kesilmişti. Biri mendil çıkarıp alnındaki ter damlacıklarını silerken diğerleri de kendi aralarında çocuğun ne kadar öfkeli olduğu hakkında konuşuyorlardı. Bu öfkeyle şimdiden beni bile alt edebiliyordu, onunla her an yarış halinde olmam gerektiği daha çok ortadaydı artık.
Derin bir nefes alıp odaya girdiğimde Byeol'le göz göze geldik. Onun karanlık irislerinin üzerimde yoğunlaşmasına gülümsemeden edemiyordum. "Nasılsın, çiçeğim?"
"Oğlumuzu gördün mü? Melek gibi..." kucağında, sakin sakin etrafı izleyen bebekle az önce yeri göğü yakıp yıkan bebeğin aynı bebek olduğuna inanmakta zorlanıyordum.
Byeol'ün yanına oturup bebeğimize baktım. Buruşuk teni Byeol'ünki gibi bembeyazdı, gözleri simsiyahtı. Annesi onu tek başına mı yapmıştı? Benim onu istemediğim gibi o da benim varlığımı inkar etmek istercesine tüm baskın genlerimi geri mi çevirmişti? Şimdiden bana kafa tutmaya başladıysa gerçekten çok işimiz vardı. Onun büyüdüğünü, ben yaşlara geldiğinde beni devirdiğibi hayal edince hayat, ciddi anlamda çekilmez bir hâl alıyordu. "Tıpkı sana benziyor."
"Burnu sana benziyor." Neşeli, parlak irislerinin benimkilerle karşılaşmasına karşılık yanağını öptüm. Benim tek çiçeğim, tek ailem oydu. Bu bebek bir figür, bir vitrindi. "Hemşireler, onun çok ağladığını söylediler."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tweet [Taegi Fanfiction]
FanfictionBasit bir tweet, hayatınızı ne kadar değiştirebilir ki? Kim Taehyung, eşcinsel hakları için kurmuş olduğu derneğin başkanı olarak korede, iyi ve kötü anlamda büyük nam salmıştır. Bir gün, dehşet derecede alkollü olduğu anında, kişisel hesabında yayı...