144- OĞUZ KAĞAN

16.8K 1.9K 1.8K
                                    

Erhan çayından bir yudum alırken kendisini en huzurlu ve mutlu hissettiği mekanın tadını çıkardı.

Kerem'in mekanı içkili olduğu için kendi benliğini kaybediyormuş gibi hissediyordu, bu yüzden arada bir ülkü ocaklarına gelip kafasını dinliyor, huzur ve mutluluk dolup yeniden o kargaşanın içine giriyordu.

"Erhan," Tuncer'in sesi geldiğinde sakin bakışlarını ona çevirdi. "Arda ne yapıyor?"

Ülkü ocaklarında Arda'yı kardeşi olarak tanıtmıştı.

Onun adını duyduğunda kalbi sıkıştı, bazen sanki hiç hayatına girmemiş gibi hissediyordu bazen ise aklından bile çıkmıyordu. Ama çoğunlukla üzüntü ile anıyordu. Bir ömür onunla olacağını düşünürken şimdi tüm planları suya düşmüştü.

Eski Arda'sı olsa belki de tıpış tıpış geri dönecekti ama küstüklerinde kucağına gelip saatlerce ağlayan ve en sonunda barışan o Arda yoktu.

"İyi, çok yoğun dersleri var bu yüzden son zamanlarda buraya uğramıyor. Derslerini vermek zorunda." diye açıkladı, yalan değildi. Ders çalışıyordu.

"Benim kardeşi ona yapacaktık ya." dedi Tuncer, bunu şakasına yaptığını biliyordu. Arda sanki küçük bir çocuktuda onu her gördüğünde seni kızıma alacağım diyen teyzeler gibi davranıyordu.

"Yaparsın yaparsın." bakışlarını çevirip çayından bir yudum daha aldı. Daha fazla konuşmak istemiyordu bu konu hakkında.

Birkaç kişi telefonla konuşurken herkesin dilinde üniversitede yapılacak olan kavga vardı. Daha doğrusu çıkabileceği düşünülen Genç Halk Ordusu diye adlandırılan anarşistler ile tutuşabilecekleri kavga.

"Erhan, baksana bir." meşgul bir ses kapının önünden geldiğinde bu seferde omzunun üstünden geriye baktı. Alparslan omzunda tuttuğu telefona kulağını dayamış, elinde de iki tane birbirine girmiş tesbih vardı. Onu açmaya çalışıyordu.

"Kapının önünde değişik bir tip var, adı Oğuz Kağan'mış galiba. Arkadaşın olduğunu söylüyor ama tipini beğenmediğim için içeri almadım."

Onun adını duyduğu anda tedirgince gözlerini araladı ve ardından çayını bir hızla kenara bıraktı. Harbiden gelmiş miydi bu manyak çocuk?

"Bir bakayım." dedi Erhan ayağa kalkıp, üzerini düzeltip kapıdan çıkarken adımlarını hızlandırdı. Kendisine selam veren herkesin selamını alırken kapının önüne varmıştı.

Oğuz, kapının önündeki sokak lambasının direğine yaslanmış jelibon yiyordu. Hem de üçer beşer. Kendisini gördüğü an gülümsedi ve iki büyük jelibonu ağzına atıp ambalajı elinde buruşturdu.

Erhan dişlerini sıkıp sağına soluna baktı ve onun üzerine yürüdü, bu dengesizin ne yapacağı belli olmuyordu ve ülkü ocaklarının önünde bunu göze alamazdı. Tam dibinde durdu.

"Ne işin var lan burada?" diye sorduğunda Oğuz omuz silkti.

"Ciddi olduğumu kanıtlamaya geldim." Erhan onu birkaç saniye süzüp iki elini kot pantolonun cebine koydu.

"Kapının önüne geldiğinde hangi yönden ciddi olduğunu anlayacağım?" diye sordu alayla.

"Yok," dedi biraz daha yaklaşıp, yediği çilekli jelibonun kokusu geliyordu burnuna. "Seni tam olarak burada öpeceğim ve ciddiyetimin farkına varacaksın."

Yaklaşmaya başladığında Erhan gözlerini iri iri açıp kendini geri çekti. Yeniden telaşla etrafına bakındı, bir gören olduysa bunu toparlayamazdı.

"Saçma sapan hareketler yapma." dedi kızgınlıkla, gözleri hâlâ etrafı tarıyordu.

"Çok güzelsin ya sen..." hayranlık dolu ses geldiğinde afallayarak bakışlarımı Oğuz'a çevirdi. Yüzünde sersem bir gülümseme vardı. "Allah belamı versin ki çok güzelsin oğlum."

Erhan ne diyeceğini bilemedi, garip hissetmişti. Bugüne kadar yakışıklısın iltifatı almıştı elbette ama böylesine 'güzel' lafını içten ilk defa duyuyordu.

"Rüyalarıma giriyorsun, acayip değişik oldum. Normalde tutulma sürem bir ay kadar oluyor ama sana böyle dan diye bi tutuldum. Öpesim var." gittikçe daha da coşuyordu.

"Öpemezsin." dedi Erhan sesini bulduğunda.

"Bilmiyorum, bence öperim ya?" kendisi bile emin değildi.

"Öpersen döverim." Oğuz kaşlarını çattı.

"Beni döversen ben de seni döverim." dövmek konusunda problemleri var gibiydi.

"Tamam dövüşelim."

"Bence sikişelim-" Erhan gözlerini iri iri açtı ve 'ohooovvv' diye bağırdı.

"Abartma lan." dedi ardından.

"Öpüşelim o zaman?"

"O olur ama diğerinde fazla uçma." hâlâ kızgınca söylenirken karşısındaki çocuk büyük büyük sırıttı.

"Söz verdin, öpüşeceğiz." dedi sevinerek. Erhan o an ne dediğinin farkına vardı, itiraz etmek için dudaklarını araladı ama ardından yeniden kapadı. Kafasını salladı.

"Evet, git şimdi."

"Tamam." Oğuz hâlâ sarhoş sarhoş gülüyordu.

Son kez kısaca baktı ve arkasını döndü, gidene kadar arkasından baktı.

Oğuz ise diğer sokağa girene kadar elleri cebinde, arada bir tüm bedenini çevirip gülüp kendine bakıyor ve saniyesinde önüne dönüyordu. Yerinde duramıyor gibiydi.

Erhan uzunca bir süre orada öylece durdu, dudaklarında ufak bir kıvrılmanın olduğunu son anda fark etti.

***

Bu son bölüm, diğer bölüm bir sene sonra gelir...

FERNWEH Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin