“I'll gaze into your eyes and say I love you, there'll always be a rainbow right above you…”
Beyaz. Çok beyaz. Fazla beyaz.
Nerede olduğumu idrak edebilmek için gözlerimin kör eden beyazlığa alışmasını bekledim. Sanki bütün kemiklerim teker teker yerinden çıkarılıp tekrar takılmış gibi hissediyordum. Her şey çok ağırdı. Omuzlarımın üzerindeki başım, kollarım, bacaklarım… Boğazım tahriş olmuş gibi acıyordu. Gözlerim yanıyordu. Beynim zonkluyordu. Hastanede olduğumu anladım ama neden burda olduğumu anımsayamadım bir an için. Kollarımı zorlukla kaldırdım. Yanaklarım ıslaktı. Ağlamış mıydım? Neden ağlamıştım ki? Herkes burdaydı. Doğa, Izzy, Sıla… Uyandığımı fark ettiklerinde sevinmediler. Yanlış giden bir şey vardı. Bir sorun vardı, hissedebiliyordum. Bembeyaz duvarlarla çevrili bu oda karanlık gibiydi. Sebebini biliyordum. Gediz yoktu.
“Gediz…Gediz nerde?” diye mırıldandım. Taşlar bir anda yerine oturdu. Patlamayı hatırladım. Üzerimdeki örtüyü iteleyip yataktan fırladım“Gediz nerde? Lütfen. Nerde o?” Sesim titriyordu. Kalbim kulaklarımda atmaya başladı. Ayakta durmakta zorlanıyordum. Doğa elimi tuttu. Kimse konuşmuyordu. Kimse bana bir cevap vermiyordu. Kimse Gediz'in nerde olduğunu söylemiyordu.
“Öldü diyorlar.” Sıla sessizliği bozan ilk kişi oldu. Odadaki herkes biraz önce kendilerine küfür edilmiş gibi, rahatsız olmuş bir ifade ile Sıla’ya baktı. Kendimi kaybettim.“Saçmalama! Ne ölmesi, ne diyorsun sen?! Ölmedi Gediz! Ölmedi!!!”
2 GÜN ÖNCE
Tik tak. Tik tak. Tik tak.
Bu ormanı tanıyorum. Daha önce defalarca geldim buraya. Kendimi burda buldum. Aşkı burda kabullendim. Acımı bu ağaçlara haykırdım. Bin parçaya burda bölündüm. Sonra yeniden, yine bir oldum burda. Şimdi neden bu kadar yabancı hissediyorum? Şimdi neden bu kadar yalnız hissediyorum? Başını kaçırdığım bir filmi izlemek gibi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Zihnimde bir kelime canlanıyor. Arayış. Bir şey arıyorum. Birini arıyorum. Evet, evet, birini arıyorum. Ağaçların arasında ilerliyorum. Sağıma, soluma, arkama bakıyorum sürekli. Havanın kararmasından karanlıkta kaybolmaktan korkuyorum. Onu bulamamaktan korkuyorum.
“GEDİZ!!!” diye haykırıyorum var gücümle. Yakınlarda bir yerlerden kuşlar havalanıyor. Sesim yankılanıp bana geri dönüyor ama geri dönerken onu getirmiyor yanında. Nerdesin Gediz?
Bir daha deniyorum bağırmayı. Bu kez sesim tiz bir çınlamaya dönüşüyor. Korkuyorum. Hem de çok korkuyorum. Dizlerimin üzerine çöküyorum. Dudaklarımı kapatmak istiyorum ama çınlama o kadar güçlü ki durduramıyorum. Ruhum dudaklarımın arasından çekiliyor gibi hissediyorum. Parmaklarım toprağa gömülüyor. Çınlamanın şiddetiyle gözlerimden yaşlar boşanıyor. Yüz kaslarım gerildikçe geriliyor. Ruhumu kaybediyorum. Ruhumu… kaybediyorum.
“-bakayım ona, ben görmemiştim bunu.”
Gözlerimi kırpıştırdım. Doğa uzanıp Izzy'nin elindeki kağıdı aldı. Sıla boş bira şisesini oturduğu koltuğun yanına bırakarak arkasına yaslandı. Bitkindi. Izzy, Müge'nin kucağındaki laptop ekranını işaret ederek bir şeyler anlatıyordu. Evdeydim. Biraz önce yaşananlar rüyaydı, gerçek değildi. Derin bir nefes aldım. Kulaklarımda o çınlamayı hala duyabiliyordum. Uyanmıştım ama içimde sebebini bilmediğim bir korkunun tırnak izleri duruyordu. Saate baktım.
02:39
“Sevgilim?” Gediz koluma dokunduğunda çınlama durdu. Tek bir kelimenin içine dünyaları sığdırmıştı yine. Başımı salladım. Iyi olup olmadığımı merak ettiğini biliyordum. “Içim geçmiş bir an için.” Alnımı ovuşturdum. Herkes harıl harıl plan yapıyor, olasılıkları tartışıyordu. Korkum derinleşti. “Ya acaba hız gitmesek mi oraya?” dedim birden. “Polisi arasak? Tüm polisler onlara çalışıyor olamaz ya.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...